Karakterlere bir adım daha yaklaştığımız, onları bir nebze daha tanıdığımız bir bölümü ardımızda bıraktık. Önceki bölümde Oliver’ın Felicity’e kendini bir parça daha açmasına şahit olmuştuk. Bu bölümde ise uzun zamandır bizden uzakta uyuşturucu hapları ve alkol dolu bardağıyla kendi halinde dolaşarak iyice iten Laurel’ı, Oliver’ın yatağında tanıştığımız ve daha sonra karşımıza bir süper kahraman olarak çıkan Sara’yı biraz daha tanıdık. Gördük ki; bu abla kardeşin birbirlerinden çok da farkı yokmuş aslında. Şu sıralar lafı geçmeyen fakat ilk sezon gündemi bir hayli meşgul eden Laurel-Oliver-Sara üçgeniyle ilgili de yeni bir bilgi öğrendik: Laurel hiç de göründüğü gibi masum ve aldatılmış değilmiş, o da ‘beyaza yakın gri’ tonunda da olsa kardeşinin elinden mutluluğunu çalmış.
Bu bölümdeki ada sahneleri daha çok Sara’nın kendisiyle hesaplaşması ve gemide bıraktıklarına veda etmesi üzerineydi. ‘Evil’ olarak tanımlamadığı ve ‘kurtarıcı’ olarak gördüğü Ivo’nun gözünü bile kırpmadan kendisinin de peşine düşebileceğini, kendisine de zarar vereceğini ve aslında hiç de ‘kurtarıcı’ sıfatını hak etmediğine bizzat kendisi şahit oldu. Oliver’a “Hiç kimse göründüğü gibi değildir,” şeklinde ahkâm keserken bunu da göz önünde bulunduracaktın be Sara... Bir gemide, savaşarak geçen onca yılın insanı ‘kötü’ yapmayacağına inanmak biraz fazlaca bir Pollyannacılık olur. Slade ortalıklarda yoktu. Bunca zamandır nerede ve ne yapıyor gerçekten merak etmeye başladım. Hala Oliver’a düşman olması için bir sebebi yok önünde. Mirakuru’nun zihniyle oynadığını ve Shado’nun ölümünün onu duygusal olarak parçaladığını biliyoruz. Slade yapbozunu tamamlama çalışmak ve üzerine kafa yormak inanılmaz keyifli, her parça seni karaktere bir adım daha yaklaştırırken inanılmaz heyecanlandırıyor.
Sebastian Blood için ‘şeytan’ tabiri kullanıldığında nabzı hızlandırmıştı fakat bu bölüm yerimden sıçratacak kadar korkuttu beni bu karakter. Annesiyle önce dertleşti, annesini ‘affetti’ ve sonrasında da acımasızca öldürdü. Bu sahnede benim dikkatimi çeken şey Blood’ın annesine “Seni her şey için affediyorum”, demesiydi. Bunca hikâye kalabalığı içinde bir de Blood’ı bu noktaya getiren, ‘şeytan’ olmasına sebep olan olayları görür müyüz bilemiyorum ama görmeyi çok isterdim. Kötü olarak tabir edilebilecek karakterleri incelemek daha çok hoşuma gitmiştir çünkü her zaman iyilerden daha derinlikli olurlar. Oliver’ın, Blood ile ilgili aklına karpuz kabuğu düşmesi de hoşuma gitti. Oliver gibi kuşkucu, zor güvenen ve zeki bir adamın Blood ile ciddi bir işbirliği içinde olması hoşuma gitmezdi. Şimdi bir nevi ‘ortak’ bile olsalar Oliver’ın aklının bir köşesinde, bir şeyler sürekli onu dürtecek ve kontrolü Blood’ın ellerine vermesine mani olacak.
Laurel’ı tam takdir edecekken yine bir şeyleri batırma başarısını gösterdi. Belki çok da onun kontrolünde olan mevzular değildi ama sen çok ciddi bir suç üzerinde çalışıyorsun, lafını yiyip Arrow’a gidecek kadar sonuca ulaşmayı arzuluyorsun ve tüm bunları yaparken bir yandan da leblebi gibi uyuşturucu hap alıyorsun. “Gelin beni en dibe çekin,” diye diye bütün kozları ellerine sundu. Laurel’ın bir bağımlılık sorunu yok, ciddi bir psikolojik problemi var.
En sevdiğim kısımlardan bir tanesi Roy ile Arrow’un ortak olma yoluna doğru attıkları adım oldu. Roy, Arrow’a gitmedi ama Arrow Roy’u kontrol etmek amacıyla onun karşısına çıktı. Red Arrow, Team Arrow’a ilaç gibi bir takviye olur. Deathstroke karşısında bariz şekilde güçsüz kalacağını düşündüğüm Team Arrow’un böyle bir cevhere fazlasıyla ihtiyacı var.
Hikâye ilerledikçe tam bir Slade aşığı olmaya başladığımı fark ediyorum. Bu bölüm Deathstroke kimliği ile tanıştık, biraz kanlı bir şekilde... Bir korku filminin fragmanı gibiydi. Bir yandan büyülenmiş bir şekilde izlerken, diğer yandan “Yandın Oliver,” demekten kendimi alamadım. Oliver, Slade’in yaşadığını öğrendiğinde ve bunun üzerine bir de en azılı düşmanı olduğunu öğrendiğinde nasıl bir tepki verecek gerçekten çok merak ediyorum. Yaşadığını sindirmek bile fazlasıyla zor olacakken hayatta kaldığını, adadan kurtulduğunu ve kendisinin peşine düştüğünü sindirmek ve bununla mücadele etmek Oliver’ı bir hayli zorlayacaktır.