Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Herkes hayattan daha fazlasını ister
Sezon: 3 Bölüm: 2
“Ben burada ölüp gitmek istemiyorum.”
 
Arrow, muazzam bir ikinci bölümle karşımızdaydı. Senaristler bu bölümü “Arrow’un en duygusal bölümü” olarak tanımlamışlardı zaten, biz de buna şahit olmuş olduk. Bu hafta hep birlikte Sara’nın yasını tuttuk ve katilini aradık. Biz Sara’nın katilini ararken, Oliver da kendisiyle ilgili cevaplar arıyordu.
 
Bu haftayı dört ana başlık altında toplamak istiyorum: Hong Kong, Olicity, Sara ve Thea.
 
Özlemişiz Tommy!
 
Hem bize, hem Oliver’a sürpriz.
 
Bu hafta tanıdık ve çok özlediğimiz bir sima boy gösterdi Arrow’da; Tommy! Hiç beklemediğim bir anda, hiç beklemediğim bir şekilde çıktı karşıma. Öyle ki, yanılmış olabileceğimi düşünerek geriye sarıp tekrar izledim. Oliver ve Tommy arasındaki dostluğun her zaman sağlam olduğunu biliyorduk zaten, üzerinden yıl geçtikten sonra da hafızalarımızda tazelenmesi çok hoş oldu. Oliver, annesine ulaşmaya çalışırken mailini aktif hale getirmişti ve Tommy de bu ipucunun peşinden Hong Kong’a kadar gelmişti. Fakat bu durum Oliver’ı casusu olarak yetiştirmek isteyen Waller’ın hoşuna gitmedi elbet ve Tommy’de kurtulmak için kolları sıvadı. Amaç, Oliver’ın kurşunu ile Tommy’den kurtulmaktı. Oliver, elbette ki kendisini aramaya gelen dostunu öldürmeyecekti ama bir şekilde de uzaklaştırması gerekiyordu. Toshi’nin de yardımıyla, Tommy’i Oliver’ın öldüğüne ikna ederek geri göndermeyi başardılar. Oliver’ın kurtuluşa bu kadar yakınken, Tommy’nin yaşamı için özgürlüğü elinin tersiyle itmesi gerçekten büyük fedakârlıktı ve Oliver’ın içindeki kahramanın çoktan filizlenmeye başladığının göstergesiydi. Hong Kong sahnelerinin en az ada sahneleri kadar merak uyandıracağını ve hareketli geçeceğini biliyorduk zaten, fakat “daha” hareketli geçeceğini ve “daha” fazla merak uyandıracağını ben bile tahmin etmiyordum. Daha ilk andan kalbimi çalmışlardı fakat bu bölümle belli oldu ki; ben yine flashback sahnelerini günümüz sahnelerinden daha heyecanlı takip edeceğim. 
 
“Sen de insansın Oliver, duyguların var senin. Biliyorum, bazen o başlığın altında yaşamak daha kolay.”
 
“Bugün Sara’ya bakarken bir şeyin farkına vardım. Bir gün orada yatan kişi ben olacağım. Seçtiğim bu hayat, tek bir sonla bitiyor.”
 
“Bu kadar mı yani? Tüm hayatını burada, bu mağarada saklanarak geçirip ölmeyi mi bekleyeceksin? Üzgünüm. Ben seninle birlikte beklemeyeceğim, çünkü bugün öğrendiğim bir şey varsa o da hayatın kıymetli olduğu. Ben hayatımda bundan çok daha fazlasını istiyorum.”
 
Sara’nın ölümü Oliver’ı iki farklı yönden sarsmıştı; hem bir dostunu kaybetmenin acısını yaşıyordu, hem de kendisinin de benzer bir sona hapsolacağı “gerçeği” ile yüzleşmişti ve bu gerçeği kabullenmeye çalışıyordu. Ta ki Felicity, O’nu gerçekten istediği şey ile tanıştırana kadar. Felicity, Oliver’ın karşısına geçti ve yine kalbinin yerini hatırlattı. Üzülmenin bir zayıflık olmadığını, yas tutmanın insanı aciz duruma düşürmeyeceğini anlattı. Ve hayatın kendisine verdiklerine razı olmaması gerektiğini söyledi. Herkes hayattan daha fazlasını ister, yok olup gitmek hiçbir zaman, hiç kimse için bir tercih olmamıştır. Bir kahraman için bile… Oliver da Felicity ile bunun farkına vardı. Felicity, ne koşulda olursa olsun her defasında Oliver’ın bir şeylerin farkına varmasını sağlıyor. Bu ikiliyi bunca sevmemin sebebi bu işte: Birbirlerini tamamlıyorlar. Ve biri gittiğinde, diğeri O’nun yokluğunu hissediyor. Felicity, arkasını dönüp gittikten sonra Oliver orada ölüp gitmek istemediğinin farkına vardı ve bunu itiraf etti. Ve bence aslında bu itiraf; Felicity ile daha fazlasını yaşamak istediğinin başka bir şekilde ifade edilişiydi. 
 
Ray, iyi insan. İyi de bir dost olacaktır, eminim.
 
Oliver, Felicity’nin kalbini kırmanın bedelini bu sefer daha ağır ödeyecek gibi duruyor. Çünkü karşısında gerçekten çok dişli bir rakip var, Ray. Ben seviyorum Ray’i. Zekâsı, sempatisiyle birleşince müthiş bir keyif veriyor insana. Felicity ile de güzel bir ikili olacaklar. Ben aralarında romantik bir şekilde başlayacak ilişkinin zamanla dostluğa dönüşeceğini düşünüyorum. Bu evrede de Oliver’ın aklı başına gelse fena olmaz hani… 
 
Güle güle Sara…
 
Valla Sara’nın ceketiyle, O’nun kötü bir kopyası olmaktan öteye geçemeyecek Laurel benim için.
 
Sara, ölmeden evvel Oliver’a bir ders vermişti, ölümü de bir başka ders oldu. Sara’nın, Oliver’ın hayatına kattıkları göz ardı edilemez. Onlar sevgiliden ziyade iki iyi dost olmuşlardı her zaman ve her zaman Sara, Oliver için en iyi olacak şeye yönlendirdi O’nu. Yüzüne taktığı maskenin, hayatını ele geçirmemesini söyledi ve içindeki ışığa tutunmasını sağladı her zaman. Sara’yı sevmemin nedeni de buydu zaten, ölümüne bunca üzülmemin sebebi de ve Laurel bu yüzden asla bir Sara olamayacak. Laurel, Oliver’ın karanlık tarafı… Sürekli bir karamsarlığa sürüklüyor Oliver’ı, sürekli bir başka soruna sürüklüyor. Oliver’ın buna ihtiyacı yok ki, O’nun Felicity, Sara, Roy ve Diggle ve hatta Ray gibilere ihtiyacı var. Uzun lafın kısası; Laurel, bunalımlarını Team Arrow’dan uzak tutsun mümkün mertebe. Deri ceketini üzerine geçirip Black Canary’cilik oynayabilir. 
 
Efsane geri döndü! Malcolm’dan bahsediyorum tabii ki…
 
Bölüm boyunca Thea’nın adı geçti, fakat kendisini bir türlü göremedik. Ta ki bölüm sonuna kadar! İlk bölüm finali gibi olmasa da, bu bölüm finali de bir hayli şaşırttı. Thea’nın, Malcolm ile birlikte gitmesinin sebebini az çok biliyorduk zaten. Fakat aylar sonra böyle karizmatik bir şekilde karşımıza çıkması da şahane oldu ve beni inanılmaz heyecanlandırdı. Thea’nın ergen tavırları da törpülenmiş gibi duruyor. Yeni Thea ile tanışmak için sabırsızlanıyorum. 
 
Bu muazzam bölümü de böylece ardımızda bıraktık. Geciken ÖzetliYorum için hepinizden özür diler, bir sonraki bölümde görüşmek üzere huzurlarınızdan ayrılırım.
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR