Ulan İstanbul’un bu bölümünü de böylece ardımızda bıraktık. Kızdık, üzüldük, sevindik, güldük ve yine çok güzel bir bölüm izledik.
Kabul edelim ki Ulan İstanbul’un bu bölümü elimiz kalbimizde bekledik. Karlos’un ölmeyeceğini elbette ki biliyorduk (Çünkü O ölürse dizi biter!) ama bize bir “Acaba?” dedirtmeyi başardılar. Çok şaşırtmayan ama başarılı bir planla da Malatyalı’yı ikinci kez alt etmiş oldular. Yaren, seven bir kalp ve elbette ki bir şeyler içine doğdu. Fakat bundan daha da ötesi, Hoyrat’ın Malatyalı’nın adamı olduğunu anladı ve bizim çetemize de Hoyrat’ı başlarından defetmek düştü. Mademki Karlos’un ölmesini isteniyordu, onlar da Karlos’u öldüreceklerdi. Bu sefer “Çok eğleneceğiz!”lik bir plan değildi tabii ki, aksine Yaren ve Ferdi ile birlikte hepimizin yüreği ağzına geldi. Ferdi’nin de dediği gibi; bir daha şaka bile olsa yapmayın be, biz Karlos’suz ne yapardık?
Altın altılımız Hoyrat’ı başlarından defettikten sonra ise gerçek meselelerine ışık hızı ile geri döndüler. Biran önce arayı kapatmaları ve para toplamaları gerekiyordu. Çünkü geçtiğimiz hafta topladıkları parayı kendilerine yakışan şekilde madencilerin ailelerine göndermişlerdi. Çetemiz düşünüp taşınıyordu ki Şehriban Abla’mızın kısmeti, birden bizim çetenin kısmeti oluverdi. Boncuk ailesini araştırdıkları vakit, kurallarına uygun bir iş olduğuna karar veren Nevizadeler kollarını sıvadılar ve araştırmaya başladılar. Ferdi ve Karlos’un görevi evi keşfetmekti, Talip’i kafalama işi de bizim mükemmel ikiliye düşüyordu. Tuncer ve Bahadır ise eski bir ressam olan Kamil’i arıyorlardı ki, çalacakları resmin sahtesini çizdirip yerine koyabilsinler. Fakat Kamil’i ikna etmek o kadar da kolay olmayacaktı çünkü tuvallere küsmüştü bir kere. Fakat gönül tamir etmek bizimkilerin işi… Kamil’in de gönlünü tamir ettiler ve O’nu hayalleriyle yeniden barıştırdılar. Böylece hem Kamil yeniden yaşamayı öğrendi, hem de bizimkiler amaçlarına ulaşmış oldular. Ferdi, resimleri değiştirdi ve olay mahalli “olaysız” terk edildi. Ta ki “o an”a kadar…
Derya’ya kızmaya nereden başlayayım? Derya çok hata yaptı, yaptıkça yaptı ve kimse de önünü alamadı. Geçtiğimiz hafta Ferdi’ye yaşattığı şey büyük bir fiyasko ve hayal kırıklığıydı zaten. Ferdi, sadece Derya’nın kendisine karşı dürüst olmasını istemişti ama Derya, bunu Ferdi’ye çok görmüştü. Bu hafta bir baktık ki kızgın olması gereken kişi Ferdi iken Derya, Ferdi’ye kan ağlatıyor. Ferdi konuşmak istedikçe sırtını dönüyordu ve hatta neredeyse aşağılar gibi davranıyordu. Daha sonrasında ise Ferdi’nin kendisine “hala” kızgın olmasından dert yanıyordu. Kim kime kızgın Derya, pardon? Zeytinyağı misali üste çıktığı yetmiyormuş gibi Ferdi’nin üzerinde tepinerek O’nu yerin dibine soktu da soktu. Ferdi’nin ise gıkı çıkmıyordu Derya tüm bunları yaparken. O’nun tek derdi Derya ile birlikte olabilmekti ve bunun için de her şeyi yapmaya hazırdı. Yüreğine bir bıçak sapladı ve Kandemir’in karşısına oturdu. Ağzından kelimeler dökülemedi lakin… Çünkü Kandemir’in sözleri bıçak gibi kesti Ferdi’nin ağzından çıkacak her bir aşk sözcüğünü ve bir damla yaş eşlik etti Ferdi’nin içindeki acıya… Bazen öyle işte, o bir damla sayfalarca şey anlatır ama kimse anlamaz. Anlamak işlerine gelmez belki de… Ferdi, o gözyaşını içine akıtadursun Derya tüm hırsıyla Ferdi’ye saldırmaya devam ediyordu. “Senin yüzünden,” diyordu Ferdi’ye, sanki kendi iradesi yokmuş gibi. Sanki “Hayır” deme hakkı yokmuş gibi. Tüm suçu Ferdi’nin omuzlarına yıkıyordu. Destek olması gerekirken, dayandığı şeyi de alıyordu elinden. “Değiştirebilmek için bir şey yapabiliyor musun?” diyordu ve Ferdi o an yıkılıyordu. Seviyor işte adam, seviyor. Sevdikçe daha da korkuyor, korktukça daha da hırçınlaşıyor, hırçınlaştıkça kendisine daha fazla zarar veriyor. Bu saatten sonra Ferdi’nin başına gelecek her şeyin sorumlusu Derya’dır benim nazarımda… Kalbinin güzelliğine vurulduğu adamın kalbini delik deşik eder mi bir insan?
Derya’nın “Babam hapisten çıkana kadar her şey normal,” demesi bana samimi gelebilirdi. Gelebilirdi şayet Ferdi, Ada ile yemekteyken Ada’nın duyma ihtimalini göz ardı edip “Bana bakma beni gör! Sen beni duymadıktan sonra kimse umurumda değil!” diye haykırmamış olsaydı. Ferdi’ye gelince anormal fakat Derya’ya gelince her şey normal, nasıl oluyor o iş? Derya, tek bir gün Ferdi’yi Ada ile görmeye dayanamamıştı. Tek bir gün yahu! Ama Ferdi, her gün yaşadı onu ve hala da yaşamaya devam ediyor. Keşke Derya, biraz olsun kendisini Ferdi’nin yerine koyabilseydi. Kandemir’in, Ferdi için değerini anlayabilseydi. Keşke Ferdi’ye anlayış gösterebilseydi. Zaten onlarca sorun ile boğuşan Ferdi’ye bir de bunları yaşatmaya ne hakkı vardı? Derya, Ferdi ile birlikte seyircinin de gönlünü almak zorunda şimdi. Eminim ki benim gibi daha birçok kırık kalp bıraktı.
“Yaren ve Karlos’un geçmişi bıçak gibi kesecek,” diyorduk ama gerçek manada olacağını hiçbirimiz düşünmemiştik. Hep adı geçti Yaren ve Karlos’un hikâyesinin, bir efsane gibi herkesin arasında dolaşıyordu ama hiç kimse dillendirmeye cesaret edemiyordu sanki. İlk defa biraz olsun dile geldi o hikâye, dile geldiği gibi de Yaren’i rüyalarına kadar esir aldı. Neyse ki Yaren ve Karlos birbirlerine sahipler, ellerini uzattıklarında orada kendilerini çok seven ve hayatını kendilerine adamış biri olduğunu biliyorlar. Aştan çok öte bir şey onların yaşadıkları… Hayat gibi keskin ve sevgi kadar yumuşak… Ne hayalleri suya düşürdüler kim bilir birlikte, hangi dönemeçlerde ayrı taraflara savrulmak zorunda kaldılar, kim bilir ne zaman anladılar birbirlerine hem yara hem de merhem olacaklarını… Ne güzel söyledi Karlos; “Acımız içimizde, şarkımız dilimizde, aşkımız kalbimizde… Hepsi de bizde…” diye. Kalbinizi sevelim sizin, sevilmeyi öyle çok hak ediyorsunuz ki… Hoş sizi sizden güzel sevebilir miyiz, ondan da emin değilim. Tüm güzellikler avuçlarınızda çünkü…
Kandemir ise kızının peşinde gitmeye devam ediyordu. Ahmet Yılmaz’ın izini Kıbrıs’ta bulamamıştı ama peşini bırakacak değildi. Bir katakulli ile kızının telefonundan Ahmet Yılmaz’ın numarasını aldı ve bir de fotoğrafını kapmış oldu kızının. Nasıl güzel bir andı öyle… Ne kadar özeldi.
Servet Abi bu hafta bir parça az göründü, hemen özleyiverdim! Fakat az, öz ve çok güzeldi yine. Hayati ise geçtiğimiz haftaki “Maşuka baskını”ndan sonra Cemile tarafından kapının önüne konulmuştu. Gitsin de romantik (Ahahahahahahahaha!) bir sürpriz yapsın ayol karısına, hiç olmadı çocuk teklifini kabul etsin. Romantik kelimesini kullanmışken, Maşuka’nın muradına erişi herhalde hiçbirimizin gözünden kaçmamıştır. Gerçi gözden kaçacak bir öpücük de değildi ya, neyse! (Buraya kocaman bir kahkaha gelecek.) Bu Maşuka’yı birkaç ay idare eder. Yalnız olan Şehriban premsesimin kısmetine oldu, yine muhtara kaldık. İyi mi?
Bu hafta güven, sabır ve sevgi üzerine güzel bir bölüm izledik. Umarım etrafınızda her zaman güvenebileceğiniz insanlar olur, diğer türlüsü haddinden fazla yorucu çünkü. Bir sonraki hafta görüşmek üzere!
Not: Poster görseli; https://twitter.com/noluyotv/status/531853847074181120