Söz konusu Onur Ünlü olunca soluğu elbette ekran karşısında aldım. Ve yine söz konusu Onur Ünlü olunca yolum direkt Leyla ile Mecnun’a vardı. Bizatihi telefonumda ana ekranımda Leyla ile Mecnun resimleriyle avunurken, yolumun oraya çıkmaması düşünülemezdi elbette. Beş Kardeş’i yorumlamaya başlamadan önce söylemem ve itiraf etmem gereken bir şey var ki o da, dikkat bu yorum fazlasıyla duygusallık içermektedir!
Gecemizin gündüzümüzün Leyla ile Mecnun’la dolup taştığı zamanları unutamıyor olmak benim suçum değil. Burak Aksak, Onur Ünlü, Ali Atay, Serkan Keskin, Osman Sonant, Cengiz Bozkurt ve adını yazamadığım ama yapımda ve yayında emeği geçenler öyle güzel bir işe imza attılar ki, hem hafızamıza hem de yüreğimize kazındı Leyla ile Mecnun. Hayatımın hem güzel anlarını hem de en çok zorlandığım zamanlarını onlarla paylaşmıştım ben. Ekrandan dışarı çıkıp evimize, yüreğimize konuk olmuşlardı. En çok Mecnun’u seviyor olsam da, her biri ayrı bir değerdeydi gönlümüzde. Konuştuk, dertleştik, güldük, eğlendik, hüzünlendik, yeri geldi karalar bağladık, yeri geldi uzaya çıktık, yeri geldi paralel evrende kaybolduk. Hayatımda Ferdi Tayfur dinlemeyen ben, Ferdi Tayfur şarkıları dinlemekle kalmayıp söylemeye başlamıştım. İşte şimdi de Müslüm Gürses dinlemeyen ben, taktım kulağıma ve Hangimiz sevmedik şarkısı eşliğinde bu satırları yazıyorum…
Sevgili Onur Ünlü biz Leyla ile Mecnun sevenleri başından uyardı uyarmasına ama insan hemen hemen aynı ekibi karşısında görünce, maziyi anmadan, maziyi yeniden yaşamadan yapamıyor işte… Dizinin ilk anlarında bu duygular içerisindeydim işte. Hep bir benzerlik bulmaya çalıştım, Leyla ile Mecnun’un bölümlerini hafızama getirip bir şeyler bulucam işte diye inatlaştım. Ne zaman ki Sait yatağında otururken Fahriye’yi gördü, işte dedim absürdlük geliyor. Fahriye öldü ama biz onun ruhuyla irtibata geçeceğiz. Normal şartlarda onun bir rüya olduğunu çakmam gerekirdi elbette ama söz konusu Onur Ünlü olunca benim kafam başka çalışmaya başlıyorsa demek ki. ☺ Neyse Fahriye’nin rüyada geldiğini görünce hayal kırıklığı gibi bişiydi yaşadığım o an. Ama hani kötü olan hayal kırıklarından değil. Nasıl anlatsam ki size içinde bulunduğum halet-i ruhiyeyi? Bir kitabın bittiğini kabul etmek istemezsiniz de, illa diretirsiniz yaa bu yeni kitap öncekinin devamı diye.. Ya da gördüğünüz rüyadan uyanırsınız da, inatla uyumaya çalışıp aynı rüyaya devam etmek istersiniz.. Ama bir bakarsınız ki karşınızdaki yeni bir kitaptır, gördüğünüz rüya bitmiştir. İşte öyle bir şey…
Yeni bir hikayemiz başlıyormuş aslında. Ve önceki izlediklerimizden de eser yokmuş. Yeni bir maceraymış başlayan. İçinde maziden belki kırıntılar bulabileceğimiz -Nazım’ın “Bu acı geçiyor mu?” diye sorması gibi kırıntılar – yepyeni bir mahalle hikayesi… Sıcak mı sıcak, samimi mi samimi, orijinal mi orijinal… Hiçbir karakterin küçük görülmediği, dışlanmadığı, aksine her birinin ilmek ilmek işlendiğine şahit olacağımız hikaye… Bize bir masal anlatmışlardı tadı damağımızda kalan. Şimdi aynı vaatle geliyorlar işte. Kapımız da gönlümüz de açık. Lakin gönlümüzdeki o Leyla ile Mecnun’u da unutmadık…
Umarım kadri kıymeti bilinir de, bu sefer yarım kalmaz hikayeleri… Benim diziye alışmam için birkaç bölüm geçmesi gerekiyor. Daha doğrusu Sait’in İsmail Abi olmadığını, Orhan’ın Yavuz olmadığını idrak etmem gerekiyor… Sorun sizde değil, sorun bende nidasıylaa son veriyorum yazıma. =) Bir parantez açarsam eğer gözlerim Ali Atay’ı aradı çooookça kez… Bir parantez daha oyuncu kadrosu o kadar zengin ki, o zenginliğin içinde Ahmet Kaynak’ı gördüğüme çok mu çok mutlucuk oldum =))
Diziye genel bir bakış;