Ulan İstanbul, beklediğimiz kadar “şok” edici olmayan ama çok güzel bir bölümle karşımızdaydı. Aslında Ferdi’nin böyle fevri ve herkesi tehlikeye atacak bir tepki vermeyeceğini az çok tahmin ediyorduk fakat hepimiz bir “Acaba mı?” dedik. Şehriban’ın, o kapüşondan dolayı Ferdi’yi görmeyeceğini biliyorduk ama yine “Acaba mı?” dedik. Yine bildiğimizden şaşmadık ve olaylar tahmin ettiğimiz seyirde ilerledi.
Altın Altılımızın mahkeme gününe kadar Kaptan’ı kurtaracak parayı toplaması gerekiyordu, yani önlerinde sadece ve sadece üç günleri vardı. Seri olmalı ve kesin olarak sonuca ulaşmalıydılar. Hemen bir hedef belirlendi: Babasına sahte deli raporu alarak tüm mal varlığının üzerine konan Hürberk. Hem ihtiyaçları olan 100.000 TL’yi toplayacaklardı, hem de Hürberk’e hak ettiği dersi vereceklerdi. Tezgâh kuruldu, tezgâhın başrolü Karlos devreye girdi ve plan uygulamaya koyuldu. Karlos, Mahmut olarak her yerde Hürberk’in karşısına çıkacak ve onu delirdiğine inandırarak kurdukları sahte kliniğe yönlendirecekti. Karlos, bizim bile sinirlerimizi bozan bir performansla -buraya kocaman bir kahkaha gelecek- Hürberk’i çıldırttı ve Kandemir’in doktor olduğu sahte kliniğe yönlendirdi. Bundan sonra ekibin geri kalanının organize bir şekilde “delirmesi” gerekiyordu. Zengin olup bindiği otobüste boş akbil basan Ferdi, kendisini Selami Şahin sanan Yaren ve biricik delimiz Bahadır ile Tuncer muhteşem bir performans sergileyerek Hürberk’i layıkıyla delirttiler. Bundan sonrası yine Mahmut’a düşüyordu. Mahmut, Hürberk’in karşısına çıktı ve ondan 100.000 TL’lik çeki başarıyla aldı. Çetemiz azıcık maymun oldu ama başarılı da oldu. Kandemir’in ve ekibin en güzel tezgâhı “Nevizadecilik” sessiz sedasız sona eriyordu. Eriyor muydu?
Tezgâh başarılıydı başarılı olmasına lakin başından dert eksik olmayan Altın Altılımız, farkında olmadan yine büyük bir belanın içine çekilmişti. Firuz’a Nevizadelerin her adımını haber eden Zeynep, artık başka bir planın peşindeydi. Firuz, tezgâhın kurulduğu mekâna kamera yerleştirmesini ve Nevizadelerin hepsinin hırsız olduğunu saniye saniye kaydetmesini söylemişti. Ben bir aksilik olur ve o kaset Firuz’a ulaşmaz diye düşünüyordum ama olmadı. Kaset, Firuz’un eline ulaştı ve Nevizadeler henüz haberleri bile olmayan bir belaya sürüklenmeye başladılar. Ulan Zeynep, Nevizadeler seni de yenecek. O gün gelene kadar sür bakalım sefasını!
Zeynep, sadece Nevizadelere oyun oynamakla kalmıyordu elbet. Diğer yandan Ferdi ve Derya’nın arasına da fitne tohumları ekmeye çalışıyordu ama bilmiyordu ki Ferdi ve Derya bunları çoktan, en zor yollardan geçerek aşmışlardı. Geçtiğimiz hafta yazmıştım; Ferdi ve Derya bundan sonra sallansa da yıkılmaz. Bu hafta beni haklı çıkarırcasına, tüm olumsuzluklara rağmen sevgilerine ve birbirlerine tutunarak ayakta kalmayı bildiler. Derya, Zeynep olayında çok sinirlendi ama çok yersizdi, hiç gerek yoktu. Yaren’in de dediği gibi; onların ilişkisi başka bir boyuta geçti artık, ne Zeynep ne de bir başkası giremez aralarına. Ferdi de artık öyle düşünüyor mesela. O dans anını ilk zamanlarda görmüş olsaydı gider ikinci bir yumruğu yapıştırırdı Ceyhun’un suratına ama yapmadı, sadece zihninde yaşattı. Çünkü Derya’yla somut bir bağları var artık, sevgileri daha somut ve yalansız. Sevgileri gizli değil artık, birbirlerinin ellerini özgürce tutabiliyorlar ve birbirlerinin ellerini tuttukça daha da güçleniyorlar. Derya da bozulmasın artık, yüzüğü unuttu diye kırılmasın. O yüzükten daha önemli bir şey verdi Ferdi ona, söz verdi. Var mı ötesi? Seni birkaç adım geriye alalım Zeynep’ciğim.
Karlos ve Yaren yine pamuk şeker gibiydi. Demiştim ya; “Karlos ve Yaren’in hikâyesinin tamamını görmedik daha,” diye… Yavaş yavaş her anlarını öğrenip, acılarını da sevinçlerini de birlikte yaşıyoruz. Karlos ve Yaren’in aşkı yıllar kadar büyük, bu yüzden bu kadar derin ve anlamlı, bu yüzden onlarla ilgili göreceğimiz küçücük bir an bile bu kadar kıymetli. Kendilerine özgü iltifatları, yapmacık olmayan sevgileri, birlikte kurdukları hayallerle sevdik onları biz. Tanıştıkları günden bu yana da hiç değişmemişler, hiç başkalaşmamışlar. Bunu gördük ve bunu görmek öyle güzeldi ki. Hele geçtiğimiz hafta üzüntüden bir hal olduktan sonra bu hafta güzel ve güleç oldukları anları görmek daha da güzeldi.
Maşuka’ya öyle üzüldüm ki, bu sefer güldürmedi. Her zaman müthiş eğlenceli bir karakter olduğu için onun üzülebileceği veya yıkılacak hayalleri olacağı hiç aklımıza gelmemiş. Almanya’ya döneceğini söylediğinde içim cız etti ve içinde Maşuka olmayan bir Ulan İstanbul’un asla içime sinmeyeceğini fark ettim. Çok seviyorum Maşuka’yı da Demet Gül’ü de. Var olsun!
Ve Şehri… Çok üzülecek, hayatta tek kıymetlisi oğlu üzüleceği için üzülecek, bunca zaman bunu anlamadığı için üzülecek. Ama göz görmez ki, gönül görür. Gönül bir şeyi reddettiği zaman, akıl da reddeder. Akıl, gönlün esiridir. Şehri de gönlünü yalana ve kandırmacaya öylesine kapatmış ki, görmedi işte. Fakat Ferdi ve Derya da gönüllerini birbirine açtığından beri başka bir şey görmediler. Biri sevinirken, biri üzülecek. Biri zafer kazanırken, biri kaybedecek. Başka çaresi, başka çıkışı yok bunun.
Haftaya dilerim Kaptan’ın kurtuluşunu görürüz. Üçüncü kez sil baştan Nevizadecilik olmaz umarım. Bölümde emeği geçen herkesin gönlüne sağlık!
Bölümün repliği ise Karlos’tan geliyor: “Çünkü hayal kuruyoruz ama sonunu güzel bitiremiyoruz, bu sefer güzel bitirelim be Yaren!”