Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Gemi kalkıyor, “belirsizlik” yolcusu kalmasın
Sezon: 1 Bölüm: 6
“Anılar ölümsüzdür, sen değil.” – Kadir Aydemir
 
Bölüm son dakikalara kadar çıkışa ulaşmak için bir labirentin içinde dolaşmak gibiydi. Neyse ki son dakikalarda önümüz açıldı ve bizler de duvarlara toslayarak ilerlemekten kurtulduk. Kitaptan ayrı düşünemeyeceğim tek anı barındıran bu hafta çok kritikti Kurt Seyit ve Şura için, hikâyenin en büyük dönüm noktaları yaşandı ve elde kalan karakterlerle birlikte bizler de bir belirsizliğe doğru savrulduk. Ölüm ve ayrılığın zafer çığlıkları attığı bölümde kayıp üstüne kayıp verdik, hâlbuki ne akıl kaldırırdı bu kadar acıyı ne de kalp. Sonsuza dek kalacak kocaman bir kara deliğin içinde kaybolmak gibidir herhalde… O boşlukta savrulurken tutunacak tek bir dal bulamamak, görememek, duyamamak. En sonunda o kara delikle yaşamayı öğrenip alışmaya çalışmak ama hep özlemek.

Yaşanan acıları Şura’nın huzuru ve umudu bile kurtaramadı bu hafta. Belki de ilk defa Şura’nın da umutsuz tarafını gördük, kendisini ne kadar zorlasa da benim O’nu içinde hayal ettiğim o masal dünyasından adım adım uzaklaştı. Sürekli tutunacak bir dal aradı ama çevresindeki renkler bir bir kayboldu ve en sonunda o da kara delikte savrulmaya başlamıştı. Önce kaybettiği ailesini kendisine unutturacak sıcak bir yuva bulduğunu düşündü, Tina’ya yazdığı mektuptakileri düşleyerek koyulmuştu Aluşta yollarına ama elbette ki beyhude hayallerdi bunlar. Mirza Mehmet ve ailesi bırakın Şura’nın düşlerindeki aileyi, en ufak bir nezaket dahi göstermediler O’na ve sırça köşkün ilk çatırdaması da bu oldu. Sırça bu, bir kere çatlarsa gerisi elbet gelir ve geldi de. Ardı ardına kırıldı ve en sonunda sığınacak hiçbir yer kalmamıştı acıdan, aşktan başka. Şura’nın bu karanlığı, sahip olduğu ışık ile boğacağı an’a kadar biraz üzüleceğiz O’nunla beraber. Eskisi kadar görkemli olmasa da, Şura kendisine yeni bir bahçe inşa edip Seyit’i de alacaktır oraya. Yeter ki elinde geriye kalan tek şeyi, sevgilisi, ailesi, dostu Seyit’ten yana hayal kırıklığı yaşamasın.

Şura, Petro’nun intikamının vücut bulmuş hali ve kendisine yarattığı bir sebep.
 
Bu bölüm Petro’nun bölümüydü aslında, büyük bir gözdağı verdi herkese. Herhalde yapacaklarının nasıl sınırsız olduğunu, kininin ne kadar büyük olduğunu daha başka türlü gösteremezdi. Daha önce de yazmıştım, Petro kendisine zarar gelmemesi için önünde kim varsa çiğneyip geçecektir. Çünkü hayatta kendisinden başka sevdiği hiç kimse yok, son sevme şansını da babası O’nu evden kovduğu vakit yitirdi. Hayır, Şura’yı da sevmiyor. Şura, O’nun Seyit’e olan düşmanlığı için somut bir kılıf sadece. Şura, Petro için yolun sonundaki ödül. Petro’nun esas oyunu tamamen Seyit üzerine yazılıp çizilmiş ve oynanıyor. Fakat Petro’nun oyunlarının en önemli kısmı olan “isyancı” mevzusu bir parça havada kalmadı değil. Mişa’nın üstüne atarak kendi paçasını kurtardı, Aluşta’ya geldi Seyit ve Celil’in gözünü boyadı ama sonra? Sonrası yok. Tam olarak neye hizmet ettiği belirsiz olarak kaldı. İlk başta Seyit ve Celil’i öldürmek için çıkmıştı yola fakat daha sonra bırakın öldürmeyi İstanbul’a gitmelerine ön ayak oldu. Osman öldüğü takdirde –ki öldüğünü düşünüyorum, sadece gelecek haftaya bir merak unsuru bırakmak adına yapılmış bir hamleydi bana kalırsa- İstanbul’da da hiçbir şekilde Petro’nun “hain” olduğu öğrenilmeyecek ve “isyancı” olayı hiçbir sonuca bağlanmadan kapanıp gitmiş olacak.

“En uzun süren sevdalar, yarım kalanlardır.” – Cemal Süreya
 
Her ölüm bir başka hikâyeydi, acısı ne eksik ne de fazla. Tek isteği evlatlarını bir çatı altında tutarak, O’nların mutluluğunu görmek isteyen bir annenin çok sevdiği evladının kollarında ölümle kucaklaşmasının acısı nasıl az olur ki zaten? Ya da hep ayrı bir yere koyduğu evladıyla kırgın ve küskün ayrılıp helalleşemeden ölüme selam çakan bir babanın? Dostuna her zaman sadık olmuş ve O’nu uyarıp kurtarmak için yollarına düşmüş, daha sonra da o dostunun kurşunuyla son nefesini vermiş sadık bir arkadaşın acısı nasıl hafifler? Her şeyin önüne sevdiği adamı koyan, O’nun tarafından sevilmeyi en büyük gurur olarak tanımlayan, son nefesinde dahi sevdiği adamın hayalini gözünün önüne getiren bir kadının acısının tarifi var mıdır? Sahi, ölümü bile ne kadar zarifti Tatya’nın. Keşke Celil’in vedasını üç saniye ile geçmemiş olsaydık, keşke böyle bir karakterin vedasını da layıkıyla yaşamış olsaydık. Hatta keşke, bir mucize olsa ve Tatya ölmemiş olsa. Çok güzel olmaz mı?

Bölümün belki de en sevdiğim anı; Güzide ve Tatya geçişiydi. Güzide’nin yüzünde büyük umutsuzlukla İstanbul yoluna koyulması ve yanından geçtiği arabada ise Tatya’nın son nefesini vermesi çok güzel kurgulanmış bir sahneydi. Yanından bin bir hayal kırıklığıyla geçtiği arabanın içinde belki de ölesiye kıskandığı kadının Celil’in hayatından öylece çıkıp gittiğini ve bunun kendisine hayallerini kurduğu aşkı vereceğini nasıl tahmin edebilirdi? Güzide’yi hala sevmiyorum, sevemeyeceğim de muhtemelen ama Tatya kadar olmasa da Celil’i sevdiğine inanıyorum artık. Bakalım Celil ve Güzide ( Nasıl alışamamışsam artık, elim Tatya yazmaya gitti. ) arasındaki hikâye nasıl gelişip, nasıl devam edecek?

Ve gelelim kitaptan hiçbir şekilde ayrı düşünemeyeceğim o an’a… Elbette ki tekne sahnesinden bahsediyorum. Bu sahne bizlere Seyit ve Şura’nın birbirleri için ne demek olduğunu, birbirleri için ne kadar değerli ve vazgeçilmez olduğunu göstermeliydi. Her şeyini kaybeden Seyit’in, Şura ile birlikte yeniden nasıl bir bütün olduğunu izlemeliydik ama olmadı. Seyit ve Şura adına ilk danstan sonra bir başka kırılma anı da öylece yitip gitti. Bir roman diziye uyarlanırken, dizinin hikâyesinin ilerlemesi için yeni karakterler girecek ve yeni olaylar oluşturulacaktır. Bu mecburidir. Ver her an olduğu gibi işlenemez çünkü herkes için hep bir kısım eksik kalacaktır. Fakat aynı zamanda romanın genel hikâyesinin belli kırılma anları vardır, karakterleri daha iyi anlamaya hizmet ederler. Bu kırılma anları kaçırıldığı zaman, o boşluk orada yerini alır. Tekne sahnesi de Şura ve Seyit için çok büyük bir kırılma anıydı. Seyit umutsuzca, her şeyini kaybetmiş olmanın çaresizliğiyle geride bıraktığı Aluşta kıyılarına bakarken omuzlarına bırakılan battaniye ile arkasına döner ve Şura ile karşılaşır, Seyit’in buradaki hisleri ise “Seyit birden kaybettiği her şeyi, herkesi, bütün Rusya’yı yanında bulmuş hissetti kendisini.” (Kurt Seyt ve Shura, sayfa 312) sözleriyle tanımlanır. Esas aşk, cesaret ve özlem hikâyesi de tam olarak o teknede o anda başlar. Ve biz demeliydik ki; “Vay be! Şura naif görüntüsünün altında meğer ne cesur kadınmış.”

Yollar var gitmek için.
 
Kurt Seyit ve Şura, iyisiyle kötüsüyle, Rusya’dan Aluşta’ya uzanan hikâyesini tamamladı. Şimdi İstanbul’da yepyeni hikâyeler ve karakterlerle, yepyeni maceralara ilerlemenin zamanı. Petro, İstanbul hikâyesine nasıl dâhil olacak? Celil, İstanbul’a nasıl ulaşacak? Celil ve Güzide nasıl ve nerede tanışacak, Güzide evlenmekten nasıl kurtulacak? Barones’in bundan sonraki rolü ne olacak? Yaratılacak yeni çatışmaları ve oluşturulacak yeni hikâyeleri, -dâhil olacaksa eğer- tanışacağımız yeni karakterleri fazlasıyla merak ediyorum. Ne varsa bizim memlekette var, gelsin bakalım İstanbul.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR