18 yaşında evinden/ailesinden ilk kez ayrılan bir çocuk. Devasa bir köprünün altında ufacık bir misafirhane, aşırı demlenmiş çay kokusu, sadece rutubetle kaplanmış duvarların olabileceği sarılıkta bir ışık, ufacık odadan görülen yeni yıkanmış ve ipe asılmış, ekseriyetle kahverengi çorap manzarası. Yanımda azıcık bir bira ona yetecek kadar da fıstık, onlara eşlik eden de ders için aldığım Oral Sander’in mavi kapaklı Siyasi Tarih I kitabı. Ankara’dan İzmir’e derdimle dertleniyorum. Koca evrende orta sınıf bir aileye mensup ilk kez gerçek anlamda tek başına kalmış bir çocuğun anlamsız eve dönüş hezeyanları. Rüyamda Ankara’nın bir tepesine çıkıyorum, yalnızım, çıktıkça çıkıyorum, tanıdık bir yer bulmak için. Yorgun uyanıyorum. Eve dönmek için anlamsız bir çırpınış var içimde.
He May be the Younger Brother Who Ran Away
Game of Thrones’un 7. sezonunun 2. bölümü Dragonstone da eve dönen ya da dönmeye çalışan karakterlerin hikâyesi. Doğduğu yere “yuva gibi hissettirmiyor,” diyen Dany’yle başlıyoruz zira. Game of Thrones’un bölüm itibarıyla ikinci derdi olan döngüyü en net tamamlayanlardan Dany. Westeros’ta Targaryen hanedanını başlatan Aegon gibi Dragonstone’dan girişiyor işe. Savaş Konseyi de büyümüş, belki ilk kez bu kadar önemli karakteri aynı yerde görüyoruz; aslında bu her biri için de tehlike işareti. Nitekim bölümün gelişmeleri de bizi oraya doğru götürüyor.
Savaş sadece dış mihraklara karşı değil Dany için, içlerindeki İrlandalılar’ı da tespit etmek zorunda. Uzunca bir süredir Targaryen hanedanının geri dönüşüne hazırlanan Varys’i sorguluyor örneğin, üstelik haklı da. Varys’in hem Robert’la olan birlikteliğini sorguluyor hem de Robert’ı ve varislerini ortada bırakmasını. (Kelime oyununu bilerek yapmadım denk geldi.) Ama Varys aslında aynı Olenna gibi istediği yerde, sözleriyle ve hareketleriyle Dany’yi etkileyebileceği noktada, tam olarak istediği gibi evinde. Tatlı laflarıyla hemen gönlünü alıveriyor Dany’nin.
Tyrion’ın savaş planı Cersei’nin her daim bir adım önünde olmasından kaynaklanıyor. Halk desteği ve sıradan halkın tek vücut bulmuş bir karakter olarak Game of Thrones’a adım atması politik olarak önemli. Tyrion’ı, Cersei’nin tebaasına bizden olmayanlar bizim yuvalarımızı fethetmek için geri dönüyor mesajını vereceğini biliyor, önlemini de ona göre almış. Ancak Tyrion’ın dillendirilmeyen amaçlarından biri doğduğu yere, evine, Casterly Rock’a dönmek istiyor olması. Üstelik Tyrion için de emniyet supabı işlevi görecek bu plan. Dany’nin istilası beklendiği gibi gitmezse bile, kendisi hala Casterly Rock’ın yasal varisi.
Hazır Tyrion’ın dillendirmediği amacını dillendirmişken, Gri Solucan-Missandei sahnesinden bahsetmek lazım. Sorularım var. Sahne sadece Nathalie Emmanuel’i ve Jacob Anderson’ı çıplak görmemiz için bahane miydi yoksa biraz derinlere daldığımızda Dany’nin özgürleştirdiği iki kölenin sonunda, gerçek anlamda özgürleştiğinin bir sembolü müydü? ‘Game of Thrones’un seks metaforlarında bu hafta’yı bir kenara bırakırsak daha sonra ne olduğunu gerçekten merak ediyorum. Acaba Westeros’ta strap-on kullanımı yaygın mı? Tedarik edebildilerse strap-on’u hangisi kullandı. İkisi de mi? Yoksa Ygritte’in tabiriyle “Lord’s Kiss” yeterli oldu mu? Eğer öyleyse Joey Tribbiani “aşkın temeli vermek ve almak ve paylaşmak ve vermek ve almaktır” derken aslında haklı mıydı? Bu tür çıkarımlarımla her hafta Ekranella’dayım.
Dillendirme dediğimde aklımın gitmesini mazur görün, esasen bu biraz da ilk iki bölüm itibariyle Game of Thrones’un sorununu da gözler önüne seriyor. Hikayeyi tamamlamak için 12 bölüm kalmasından mıdır bilinmez, Game of Thrones seyircisine güvenini bir kenara bırakmış, fazla konuşmaya başlayan, mesajı tam olarak yerine ulaştırmazsa çatlayacak ebeveyn gibi davranmaya başlamış. Bunun en çok hissedildiği yer de Melisandre sahnesiydi aslında. Game of Thrones tarihinin en kötü diyaloğu, GRRM’in kehanetleri bile kadercilik üstünden yorumlayan, alt metine dayalı, çok konuşmadan fazlasıyla konuyu anlatabilen vizyonundan o kadar uzaktı ki utancımdan yerlerde yuvarlandım. 300 yaşındaki Melisandre’nin “Jon da gelsin” düzeyine indirgenen karakteri, konunun bir anda prens mi prenses mi soslu çeviri tartışmasına dönüşmesi bölümün en yetersiz anlarıydı.
Bu bölümün “KADINLAR VARDIR” kısmında ise ufacık rolünde şahane oyunculuğuyla sahneyi aydınlatan Olenna Tyrell vardı. “Birçok zeki adam tanıdım, hepsinden de uzun yaşadım. Nasıl mı? Söylediklerini sallamadım.” OLENNA F.... TYRELL. Feminist olsam bio’ma yazardım bu lafı.
Kontrast olarak bölümün en güzel anları Arya sahneleriydi kanımca. Öldürme içgüdüsü ve hırsıyla robotikleşip kendini tamamen karanlık tarafa kaptıran Arya’nın insanileşme yolculuğu hayatta kalma ihtimaliyle de paralel yürüyor. Hot Pie’ın ağız sulandırıcı hot pie’ını götürürken bile suratındaki ifadesizlik karakterin seyirciye geçmesini de imkansız kılıyor. Tam da bu yüzden evine, Winterfell’e dönme ihtimali karakter için önemli. Bölümün döngü derdi çerçevesinde yolda en eski dostlarından biriyle Nymeria’yla karşılaştığında, artık başka biri olduğuna dair şüphelerimiz de alevleniyor. Yanında kalmak istemeyen özgür ruhlu freelance suikastçı Leon Nymeria’ya “Bu sen değilsin,” derken herkesten çok kendinden bahsediyordu aslında.
And Before You Kill Another Listen To What I Say
Arya’nın yola çıktığı Winterfell’de yerinden demokrasinin yapıtaşları döşeniyor sanki. Jon’un Savaş Konseyi büyümüş, sanki kalenin etrafından geçen herkesi içeri davet etmişler gibi görünüyor. Jon planını açıklıyor: Sam ejderha camı var diyor, Dany Dragonstone’a gel diyor. Targaryenler’e güvenilmez derken kameranın Jon’un üstünde kalması muazzam. Jon her zamanki gibi saçma planıyla ilgili eleştiri yağmuruna tutuluyor, üstelik en büyük destekçisi Lyanna Mormont bile karşısında bu sefer Jon’un. Halbuki Jon’un da amacı Targaryenler’in Westeros’taki ilk yuvasına, Dragonstone’a gitmek içten içe. Yine de ben Jon’un yerinde olsam Lyanna Mormont’u dinlerdim. Kendisine bir anne şefkati ve ilgisiyle yaklaşan karakterin isminin Lyanna olması da tesadüf değil. Üstelik bir konuda çok haklılar: Tarihteki en son Kuzey Kralı Westeros’u fetheden Aegon’a dizz çöken Torrhen Stark’tı. Kuzey’in Koruyucusu olarak Deli Kral’ın yanına giden Ned’in babası Rickard Stark Kral tarafından öldürülmüştü. Ned ve Robb’un akıbetleri malum. Jon çıkıp “Yav, bu Dany’nin dilden dile yayılan güzelliğini bir de gidip kendi gözlerimle göreyim fena mı?” dese bütün salon ayakta alkışlardı bence. Ama Jon da döngü işine ayak uydurmak istiyor olabilir.
Tahtın bütün varisleri aradan çekildiğinde tahtın sahibi olan Sansa bence hak ettiği yerde, evinin kraliçesi konumunda. Sansa’nın saçının bire bir Cersei gibi olması da bölümün takdir edilesi yanlarından. Sansa’yı daha çok küçük sapık Littlefinger’ın bakış açısından görüyoruz bu sefer. Ned’e dönüşümünü tamamlarcasına Littlefinger’ın boğazını sıkan Jon, bölümün bir başka kardeş ilişkisi sahnesiyle tam tezat oluşturuyor. Ned’in ölümünde Littlefinger’ın parmağı olduğunu Jon bilmiyorsa bile, bilen biri Winterfell’e doğru yola çıkmış durumda.
Sansa’nın öykündüğü Cersei’nin olası işgale karşı boş durmaması beni şaşırttı açıkçası, kendine biraz fazla güvenir diye düşünüyordum. Qyburn’ün tasarladığı devasa oklar fırlatabilen ballista gerçekten de ejderhalara karşı ellerindeki en büyük koz. Bu sezonun en saklanmayan gerçeği en az bir ejderhanın ölümü diye düşünüyorum. Nasıl olacağı konusunda da bir fikir var artık kafamızda. Sadece devasa ok atarlar değil, Westeros’un en efsane komutanlarından, Robert’ı sahada yenebilen tek adam, Sam’in babası Randall Tarly de King’s Landing saflarında artık.
Sam kitapların arasında kendini en çok evinde hissettiği yerde. Jorah’yı Jeor’un hatırına tedavi ettiği yer Game of Thrones kalitesinde iğrençlik barındırıyor. Yalnız Sam’le ilgili bazı sorularım da var. O kadar kitabın arasında istediğini nasıl o kadar hızlı buluyor? Hisar’da Google mı kullanıyor? Yazılımcıya yaptırdıkları keyword’leri içeren bir veri tabanı mı kullanıyorlar? CTRL F mi var? Ama en azından Sam’e hızlı hareket eden ve konuyu ileriye götüren bir karakter olarak anlam kazandırmaları da takdire şayan.
There Won't Be Many Coming Home
Game of Thrones’da anlı şanlı bir deniz savaşı görmemiştik, dizi o eksiği de kapattı bu bölümde. Denizlerin Hakimi, azılı korsan, hafiften Jack Sparrow Euron Greyjoy, evim dediği denizlerde en iyi bildiği işi yapıyor. Kum Yılanları’nın birbirleriyle konuştuğu sahne kendilerinden neden bu kadar nefret ettiğimizi bir kez daha hatırlatmışken Kum Yılanları’ndan ikisini de öldürüyor. Tarihin en sevimli villain’ına hoş geldiniz. Yara’yı ele geçirdiğinde ise kabak yine Theon’un başına patlıyor. Aşk-ı Memnuvari uzun uzun bakışmalar ve gel beni koru mademci göz devirmeler devam ederken Theon herkesin yapması gerekeni yapıp oradan kaçıyor. Winterfell’den kaçışıyla paralel bir yeniden doğuş, Theon için ise 35. kez kefaret şansı. Titanik’ten sağ kurtulur muydu bilinmez ama en azından tutunduğu tahta parçasının tek kişiyi taşıyabileceği kesin.
Ve böylece eve dönmek için evden çıktığım bir gün daha sona eriyor. 13 yıl önce o kahverengi çoraplarla özdeşleşen şehir benim için ev artık ve eve dönmek için anlamsız bir çırpınış var içimde. Eve dönemeyen annelerin, bir mahkeme salonunda çocuğuna sarılamayan babaların arasında hiçbir şey yapmayan orta sınıf bir aileye mensup çocuğun anlamsız eve dönüş hezeyanları. Döngünün henüz başında olduğumuz umuduyla. Arya’nın şaşmaz adaleti bir gün hepimize lazım olacak.