“Geç kaldık.” Anlamaya, anlaşılmaya, sevmeye, sevilmeye… Renkleri hayatımıza ne şekilde sürelim diye düşünürken geç kaldık çoğu zaman, hemen her şeye. Yaşanan tüm sorunsallar üzerine düşünüldüğünde cevap birçok kez aynı yere varabilir: “Anlamadık biz birbirimizi.” Oysa temel sebep bu değildir. Hayalet gibi gizli gizli olaylara başla komutu veren ‘geç kalma’ meselesidir. Ne yaparsan yap, ne söylersen söyle, bir kere kaçtıysa ilk vagon, durağı olmayan bu yolda, çok geç kalmışsın demektir. Nasıl o yola girdiğinde geri dönme düşüncesini girişte bıraktıysan, geç kaldığından mütevellit yetişemediğin o vagonu unutup, içinde bulunduğun koşullara göre şekil almak durumundasın.
Son iki üç bölümdür sürekli geç kalınan ya da kıl payı kaçan olaylar silsilesini izledik Poyraz Karayel’de. Bu bölüm daha çok karakterlerin içinde bulundukları koşullara göre şekillenmelerini izledik. Geçiş bölümü gibiydi yani. Çok kabul edilesi.
Zülfikar, yapma Zülfikar! Ben gel dedim sana yasla başını dizlerime dedim, sen gittin taşa yattın, aah Zülfikar! Değmesin mi kimse senin göynüne? Meltem bile mi? Kendin de inanamadın değil mi? Olmaz değil mi? Haydi koş koş topla kırdığının kırığı, zaten kızmaz o sana! Kızacak olsa sen almazdın ki onu baş köşene. Koş!
Zülfikar’ın türkü seçimi çok ‘cuk’tu, ben azıcık oraya değineceğim izninizle. Derler ki: “Aslında Leyla’sından ayrılan bir Mecnun gibi görünse de, hayatın önüne sunduğu, yaşa dediklerine yakılan bir ağıttır bu türkü.” Yardan sonra sahibi olduğu bağı bostanı telef olmuş, üstüne başına gelmeyen şey kalmamıştır yiğidin. Küçük bir Google’lama ile ulaşılan kısım da şöyle toparlar hikaye sonunu: “…her gelen ona ayrı bir tekme vurmuş. Bir hikaye daha mutsuz sonla bitmiş. Gökten üç elma düş(e)memiş...” Hikayesini biliyoruz Zülfikar’ın. Babadan yana şanslı olmayanlardan o da. Bin türlü siyaha aynı anda ellerini bulaştırmış olanlardan. Yüreği beyaz kalanlardan. ‘Gelen vurmuş giden vurmuş’lardan işte. İçi yananlardan. Gözyaşını göynünden akıtanlardan. Hayatın önüne sunduğuna, yaşa dediğine eli kolu ateş içinde düşenlerden.
Sado sen de arada kaynadın kaç haftadır, sevinemedik doğru dürüst uyandığına. Daha da bir şey olmaz sana, yedi kurşun yarasına dönmüş adamsın sen! Songül zaten artık n’apabilir sana, İpek desen kendi halinde seviyor, zarar gelmez. (Mi acaba?) “Sadrettin, sen ne kadar evrildin, evrildin de çiçeğe çevrildin!” demiştim unutmazsın değil mi bana bunu dedirttiğini Sadrettin? Yanlış kararlar seni sen yapanlardan ama çok da şeaaapmamak lazım değil mi Sado’cuğum?