L’Onore E Il Rispetto adlı İtalyan dizisinin (isim hakkı da dahil) uyarlaması olan Şeref Meselesi'ne sonunda kavuştuk. Kendi adıma diyebilirim ki yakışıklı erkeklerin ve güzel kadınların olduğu dizilere illaki göz atarım ama hikâye beni çekmezse bir kaç bölüm sonra kocaman bir ”öeeh” çeker ve ”Bir daha görüşmeyelim cınıımmmss,” deyip uzaklaşırım. Tam bir Drama Queen olduğum için tabi ki beğendim. Hele ki abi/kardeş, aile ve şehir dizisiyse meftunu bile olurum. Bu üç özelliğin üçü de bu hikâyede var. Hal böyleyken sayın okuyucular; benim için amman sabahlar olmasın durumu aynıyla vaki sizin anlayacağınız.
Dizinin dört ağır Bombası var. Kerem Bürsin, Şükrü Özyıldız, Tilbe Saran ve Yasemin Allen. Hepsi de ağzımın suyunu akıtarak izleyeceğim oyuncular. Lakin benim için (beni devamlı takip edenlerin bildiği üzere diyeyim ya da) senaristlerin kim olduğu, bir tık daha önde bir durum. Seray Şahiner ve Mahinur Ergun yazıyor bu diziyi. Seray’ın ve Mahinur hanım’ın ayrı ayrı fangörl’ü olmam hasebiyle benim için ”ohhh yeme de yanında yat” hissi zirvede. Hikâyenin dram olması genç oyuncuların sevenlerini sıkar mı bilmem ama beni tam on ikiden vurdu. Başta dediğim gibi, büyük fan kitlesine sahip yakışıklı adamlar/güzel kızlar denkleminden genelde gençlik dizisi olması beklenir. Dizinin kitlesi bana göre çok değişik katmanlı olacak. Pazar günü yayınlanacağını ilk duyduğumda yalan yok bir “Acaba?” demedim değil. Seyrettikten sonra tam da pazar dizisi olduğuna kanaat getirdim. Pazar günü kumanda ailenin büyüklerinde olur ve kadın izleyici bu entrikalı dramı ayıla bayıla seyredeceği için spor programına kaçan erkek izleyiciyi zor durumda bırakabilir. Gerçi erkek izleyiciyi yakalayacak olan abi/kardeş çatışması ve mafya/aksiyon unsurları iyice yerleştikten sonra sağlam kitlesi de olur dizinin. Kanal D bu sezon Benim Adım Gültepe ile çok kalbimi kırdı. Korkarak, rating sabırsızlığı ile “Bu dizinin de başını yer mi?” diye beklesem de çabuk açılan bir drama ile yürürse eğer, günü almalarının işten bile olmayacağını düşünüyorum. Oldukça değişken olan bu rating paneline sabırsız yaklaşırlarsa bu kadroya ve hikâyeye yazık ederler. Hikâyeye çok klişe diyenler de olacak ama klişe her zaman satar bunu unutmamak lazım.
Bölümde şunlar oldu bunlar oldu diyerek özet geçmek benim pek tarzım olmadığı için mutâdım üzere karakterleri atomlarına ayırmaya geçiyorum izninizle.
Kerem Bürsin/Yiğit Kılıç: Hikâyenin ve ailenin yakışıklı ve sorumsuz büyük oğlu olan Yiğit, çok enteresan bir karakter. Tipik sorumsuzlardan olduğunu düşünmüyorum asla. Sorumsuz olduğu için küçük kardeş mi olsaydı keşke diye düşünmedim değil lakin tam bir Kayıp Şehir fanı olan benim için sorumsuz bir kardeş olacaksa eğer; o ille de büyük olanı olmalı. Seyrederken ”Koca kafalı senin azcık usturuplu olman lazım!” diye kavga etmeliyim karakterle. Küçük kardeş sorumsuz olsa (ki asıl klişe olan bu bence) ”Ya ne olacağıdı?” derdik hepimiz. Kaldı ki Yiğit kardeşini seviyor olmasının yanı sıra hayran da. Hissettiğim kadarıyla kıskanma durumu da yok. Kendini biliyor Yiğit. ”Amcam haklıydı, ben kendi çöplüğümde kraldım,” repliği ile çok da koca kafalı olmadığının sinyallerini verdi. İki kardeş ilerde büyük belalara bulaşırsa -ki bulaşacaklarını ilk sahne de gördük- Yiğit bu dramanın eylem adamı olur. Hee, bu kafasının çalışmadığını düşündürtmesin zira Selim ve Ender ile villa’ya girdiklerinde ”Sabıkanız var mı?” diye sorması çakalın önde gideni olduğunun da göstergesi. Ayvalık gibi sayfiye bir yerde doğup büyüyen Yiğit’in İstanbul kopili olan Ender ve Selim’i etkisi altına alması da bunun en büyük kanıtı. Cahil cesareti ile değil de birikmiş bir potansiyelle gümbür gümbür geliyor Yiğit. Ailesine -annesi hariç- ve etrafındakilere bu çocuktan hayır gelmez diye düşündürtse de bu karakterdeki adamların bir anda büyüme travması yaşaması gerekir. Bir de bana göre Yiğit annesinin oğlu havası verse de onu büyüten travma annesinin hırsı değil babasını kaybetmesi olacak. Bu kayıp yüzünden ”Keşke babamın yanında olsaydım da dolandırılmasına engel olsaydım,” pişmanlığı, atacağı adımlarda hep yakasına yapışacak. Kadınlar ile ilişkisine bakarsak eğer; Sibel için ilk adımı atıp devamını getirmek için (hele ki kardeşinin ilgisini gördükten sonra) karşılık görmeyince harekette bulunmayacağını düşünüyorum. Hikâyenin devamında ikisi arasında fırtınalı bir ilişki olacağını da tahmin etmesi pek de zor değil. Ama o evrelere daha çok vakit var bence. Derya’nın kalbini ise çatır çutur kıracak, o Allah’ın emri. Ben Yiğit’i çok sevdim yalan yok. O itliğine, serseriliğine ama aynı zamanda gerçekçiliğine de bayıldım. Kerem Bürsin’e gelince o Avrupai havası ”O mahallenin adamı değil sanki yaa,” diye ilk etapta düşündürebilir ama karaktere kafayı taktığını belli etmiş. Sevmiş Yiğit’i… Bir kaç bölüme tam da o mahallenin adamıymış dedirtir hepimize. Yeteneğinden ve oyunculuk gücünden zerre şüphem yok çünkü.
Şükrü Özyıldız/Emir Kılıç: Hikâyenin ve ailenin akıllı, uslu ve çalışkan küçük oğlu olan Emir, sürprizi bol olacak bir karakter. Olmalı da zaten. O kadar mükemmellik bir yerden sonra kabak tadı verir. Hikâyenin en hırssız karakteri olan baba figürüne benzediği düşünülse de annesinin hırsının onda da olduğu yanında çalıştığı avukata ”İcra davaları kesmez beni kanka!” demesi ile belli oldu zaten. Emir’in okumak için başka şehirde tek başına yaşamış olduğu da düşünülürse eğer süt kuzusu veya kolay lokma olmadığını da anlarız zaten. Hatta Emir, tüm fırlamalığına rağmen Yiğit’ten daha temkinli ve uyanık… Emir’in merhametli bir adam olması da benim için önemli. Gerçi zaten mükemmel bir profilken merhametsiz olması düşünülemezdi diyebilirsiniz ama hayır, merhametli olmak çok ince bir çizgi ve her iyi insan merhametli olamayabilir. İşinde gücünde, ölçülü, mükemmel bir adam gibi görünse de Emir’in de kırılma noktası babasını kaybetmesi olacak. Emir, gözlerinde kontrolünü kaybetme potansiyeli olan bir adamın ışığını taşıyor. Yiğit babalarının ölümüyle fırtına olup esecek bu belli lakin Emir’in de ondan aşağı kalmayacağı da belli. İkisinin arasındaki sevgi bağı kuvvetli, Yiğit’i uçurumların kıyılarından toplayacak belki ama Yiğit ile beraber korkusuzca o uçurumların kenarında da dolaşacak bence. Manitasyon durumlarında ise; Sibel ile zıt karakterler evet, unutulmamalı ki zıt kutuplar çeker birbirini. Çok âşık olacak Emir, hatta kendi deyimiyle kontrolünü de kaybedecek ve biz onu seyretmeye bayılacağız. Aşk durumlarında ilerisi için tahminlerim de var tabi ama şimdiden yazıp aklınıza deli sorular getirmeyeyim. Şükrü Özyıldız, benim Uçurum dizisinde Damat Tolga rolünde seyrederken, ”Yolu açık ve 2-3 seneye jön olacak,” dediğim bir oyuncudur. Öngörülerimde haklı çıkmanın gururunu yaşatıyor bana sağ olsun. Yakışıklı yüzüyle, muhteşem gülümsemesiyle ve dahi muazzam gamzeleriyle meftun edecek kendine. Oyunculuğundan ise emindim zaten. (Şükrü’ye özel not: Gala gecesi ”Seninle özel ilgileneceğim,” dedikten sonra hakikaten ilgilenip, Ekranella ortamında ”Özel ilgilenilen Papatya” denmesine sebep olduğun için teşekkürler canısı.)
Tilbe Saran/Zeliha Kılıç: Zeliha’yı çok sevdim ben. Bir kere evlenmek için Hasan’ı seçmiş, nasıl sevmeyeyim? Tam bir İstanbul kızıyken aşk için memleket değiştiren bir kadına saygı duyarım. Hasan hayal kırıklığına uğratmış onu belki ama hiç elini bırakmamış eşinin. Hasan’ın mülayimliği onun hırslanmasına yol açmış ama aşkla sevmeye de devam etmiş. Kocasının ölümüyle nasıl bir noktaya geleceğini kestirmek güç… Belki daha da hırslanır, belki de oğullarını kaybetmemek uğruna boşveredebilir. Zeliha, hayattan alacaklı olduğunu düşünen bir kadın ve bu intikam hırsı onda nasıl değişimler getirir merakla bekliyorum. Hasan’ı oğullarının yanında rencide etmekten anında pişman olup gönlünü almaya koşup cansız bedeni ile karşılaşması çok büyük bir yara. Çenesiyle önce kayınpederin ardından eşinin başını yedi gibi görünse de hayat gailesi ve gelecek kaygısı herkesi hırçın yapabilecek dinamikler. Zeliha’nın hırsını ve hırçınlığını gayet insani buldum ben. Ayrıca Zeliha insancıl bir kadın. Komşuları ile kaynaşması, Kübra’nın naifliğini görmesi onun eltisinin dediği gibi o kadar da üstten bakan küstah bir karakter olmadığının kanıtı. Tilbe Saran için ne diyebilirim ki? Zeliha’ya ölümüne, delicesine, can kan vermiş. Tiyatroda onu izleyenler zaten kıymetini biliyordu lakin televizyon sayesinde herkes onun harikalığını öğrenecek artık. İyi ki memleketimin aktrisisin ve iyi ki seni izleyebiliyoruz. Varol güzel kadın…
Yasemin Allen/Sibel: Annesinin zenginlik ve güç hırsı Sibel’de karşılık bulmuyor gibi görünse de o da sefaletten kurtulmak için bedeller ödemek gerektiğinin farkında olan bir karakter. Sibel havai görünse de aşk için gözünü karartıp her şeyden vazgeçebilir. Tıpkı Zeliha gibi. Mesafeli ve Emir’in beğenmediği kontrol özelliğinin aynısı kendisinde de var. Sibel’in Emir’in sorumluluk sahibi ve güven veren yanına vurulması tabi ki şaşırtıcı değil. Babası yok çünkü. Tabi ki annesi Emir’i onaylamayacak ve onun için Emir daha da cazip hale gelecek. Sibel bu kadar net bir kadın olmasına rağmen Yiğit’in yanında gereğinden fazla gerilmesi, askıntı olan özgüveni yüksek bir serseriyi refüze etme dürtüsü ile açıklanamaz. Yiğit’ten yayılan bu tekinsiz adam elektriği de korkutmuş gibi sanki. Kadınların “efendi adam” yerine “piç adam”ı tercih etmesi sorunsalı diye koca bir gerçek var. Babası nasıl bir adamdı bilmiyoruz. Eğer ki babası Yiğit gibi bir adam karakterindeyse gelsin baba sendromlu bir prensesin çelişkileri… Ohhh ballı kaymak valla. Yasemin Allen’a gelince Merhamet'te nevrotik Irmak karakterini ne kadar iyi canlandırdıysa Sibel'i de aynı harikalıkta canlandıracağına eminim. Güzelliğine ve havasına bayılıyorum.
Şükran Ovalı/Derya: Eve ekmek getiren, sorumluluk sahibi ve biri tarafından şefkatle sevilmek isteyen bir karakter… Annesini ve kardeşini üvey baba elinde bırakmak istemiyor lakin ”Ayı mayı ama kocam o benim,” diyen o koca delisi anneyle işin zor be güzelim. Sadullah’ın göz koyup hayatını kaydıracağını da bir ben düşünmüş olamam değil mi? Yiğit kalbini çok kıracak ama Derya bilerek lades der. Hayatın zorluklarına şerbetli ama aşka şerbetli değil Derya. Hikâyesi nasıl gelişecek merakla bekliyorum. Şükran Ovalı bu saate kadar çok değişik karakterler ile karşımıza çıktı. Fiziği ile oyunculuk gücü ile bu sefer şeytanın bacağını kıracak gibi görünüyor.
Burcu Biricik/Kübra: Şerefsizlikte sınır tanımayıp her haltı yiyen bir babanın baskı altında bunalttığı bir bacağı aksayan ama yüreği aksamayan naif bir karakter. Kübra’nın hikâyenin truva atı olacağını düşünüyorum ben. Görür görmez ”Hangisi, uzun boylu olan mı?” diyerek Emir’e yanacağını hissettirdi bize. He Yiğit’ten de etkilenebilir bak. Tam kestiremiyor çünkü insan. Yiğit, Sadullah ile karşı karşıya geleceği için babasına kafa tutan bir adama sevdalanması da şaşırtmaz yani… Aşkını nasıl yaşar, aşk için neler yapar kesinlikle tahmin edemiyorum. Kübra gibi her şeyi içinde yaşayan insanlar en çok şaşırtanlar olur çünkü. Burcu Biricik o naif ürkek Kübra’yı çok güzel canlandırmış. Yolu bahtı açık olsun.
Alma Terziç/Rus abla: Karakterin ilk bölümde ismi zikredilmedi ama jenerikte 6. sırada kendisi. Yiğit ve Sadullah çatışmasında kilitlerden biri olacak galiba bu karakter. İlk bölümde Yiğit’in skor yapma derdine düşmesine bakılırsa aralarında ilginç bir sinerji olacak gibi duruyor. En merak ettiğim karakterlerden biri kendisi. Alma Terziç, Boşnak bir aktrist. Daha önce Veda'da kötü kadın İrene'yi canlandırmıştı. Ben kendisini Faysal Soysal'ın Üç Yol'unda da seyrettim ve beğenmiştim. Hem çok güzel hem de rolüne cuk olmuş.
Uğur Uzunel-Selim/Baki Çiftçi-Ender: Mahallenin geçim derdinde ama hayatı da ıskalamamaya çalışan bu gençlerini de sevdim. Emir ile araları nasıl olur kestiremiyorum ama Yiğit’in has arkadaşları olacaklar belli. Yiğit gelene kadar emri altında çalıştıkları insanlar onları ezse de intikam almayı daha önce düşünmüş olamamaları ise temiz çocuklar olduğunun kanıtı. İki oyuncuyu da ben ilk defa izliyorum. Daha önce bir yerde izleyip hatırlamıyor da olabilirim tabi. Tertemiz oynamışlar valla, yoları açık olsun.
Şerif Erol/Hasan: ”E ama bu kadar da saf olunmaz!” diyebileceğimiz bir karakteri karısına duyduğu muazzam aşkla hatırlayacağım galiba ben. Dünyada iyi insanların olduğuna inanan güzel kalbi iki oğluna da dokunduysa eğer o çocukların malzemesi zaten sağlam olur. Koca bir hikâyeye yön vererek ayrıldı hikâyeden, daha ne olsun? Şerif bey o kadar harika oynamış ki Hasan’ı, izleyen herkesin yüreğini titretti. Tek bölümlük unutulmaz performanslar arasına yazdırdı adını.
Şimdi gelelim teknik mevzulara. Bir dizinin en önemli detayı jeneriğidir. Çünkü izleyenin görsel hafızasına ilk olarak o çakılır. Jenerikte karakterleri oynayan oyuncuların akmasıyla düşen simgesel detaylar muazzamdı. Senaristlere olan hayranlığımı üst satırlarda dile getirdiğim için Yönetmen Altan Dönmez’e geçeyim. Kendisine hayranlığımı sanırım her platformda söylemekten vazgeçmeyeceğim. Dünya kurması bir yana, hikâyeye ruh katan bir yönetmen. Dizinin açılış sahnesi ile bile farklılığını ortaya koydu. Hele final sahnesindeki oyunculara odaklı planları için diyecek tek sözümüz yok. Onunla çalışan oyuncular çok şanslı olduğu gibi çektiği işi seyreden seyirciler de çok şanslı. Orkun Çatak, Altan Dönmez’den ayrı düşünmediğim bir Görüntü Yönetmeni artık. Onlar ne çekerse banko izlerim. Sanat Yönetmeni Aynur Topalak için diyecek bir şey bulamıyorum. Ben kendisinin Asmalı Konak'tan ve Çemberimde Gül Oya'dan beri takipçisiyim. Adını aratıp yaptığı işlere bir bakın ve niye takibe almamışım diye hayıflanın. Müzikler için söyleyeceğim şey ise; İtalyan yapımın orijinal müzikleri kullanılıyor ama aranjeyi yapan Yıldıray Gürgen gerçeği de bir yanda duruyor. Müzik kullanımını çok abartmaya gerek yok, repliklerin üstüne çıkmasından da zaten izleyiciler olarak illallah ettik. Bir de bana göre orijinal temanın yanı sıra Yıldıray Gürgen'in farkını ortaya koyacağı yerel temalar mutlaka olmalı, ama mutlaka. Bir yerden sonra bu klasik müzik ve İtalyan mafya esintisi bayabilir izleyiciyi.
Dizinin reklamının çok yapılması, gala ile ön gösterim yapılması ”Altı üstü bir dizi, aman bu ne pohpohlama!” dedirtti bir çok insana. Ben artık endüstri haline gele yazan dizi sektörünün hak ettiği gibi şaşalı hale getirilmesini önemli buluyorum. İşinin arkasında duran ve bunu gösteren insanlara kızmak ve hatta alay etmek bana göre kıymet bilmezlik ve vizyonsuzluk…
Ratingi bol, takipçisi çok, yolu açık olsun… Her hafta bölüm sonrası görüşmek üzere, sabırla okuyan gözlerinize sağlık…
Not: Fotoğraflar için @tvjunkie’ye teşekkürler…