Valla ben çok sevdim bu diziyi. Uyarlandığı versiyonunu izlemedim lakin bu yerel versiyonu tam benim zevkime göre. Beni takip edenler bilir. Bir şey iyiyse iyi, kötüyse kötü derim. Çok sevdiğim oyuncular herhangi bir bölümde leş bir performans çıkarsın yerden yere vururum. Öyle nabza göre şerbet vermek fıtratıma ters. (Hay bin fıtrat!) Kendimden yine örnek vereyim. Çok sevdiğim bir aktörün şu an oynadığı diziyi seyretmiyorum mesela. O oyuncunun oynadığı hikâyeye zerre inanmadığını hissediyorum çünkü. Oynarken acı çekiyor resmen. Kendisi inanmamış ki ben inanayım. Benim için ilk şart hikâyeyi sevmem, ikincisi karakterlerine inanmış oyuncular olması. Şu an seyrettiğim ve yazdığım Karagül’de bu ikisi de var mesela. He, vakit geçsin diye seyrettiğim diziler yok mu? Tabii ki var. Ama onlar yazı yazarken, ütü yaparken, meyve yerken arka fonda hoş bir seda olarak var. Başından sonuna gözlerimi saniye ayırmadan izlediğim iki diziden biri oldu Şeref Meselesi. Bu sezon başlayan Benim Adım Gültepe de aynı etkideydi benim için ama yüreğim de pırpır ediyordu seyrederken. Çünkü bir sürü senaryo hatası vardı onun. “Güzel başlayıp devamını getiremeyecekler maalesef,” diye diye korkarak izliyordum ki zaten rating tanrılarına kurban gitti.
Şeref Meselesi'ne gelirsek; sanırım rating tanrılarına kurban edilemezse, “Nasıl bok atsam da şu parlayan oyuncuların yükselişine çelme taksam?” tanrılarına kurban edilmeye çalışılıyor. Önce hikâye Kuzey Güney'e benzetilmeye çalışıldı -ki kardeş çatışmasının uzaktan yakından Kuzey Güney ile alakası bile yok- o olmadı jönlerden birinin kaslı vücuduna sarıldı. Arkadaşlar oyuncu dediğin hem kendine hem vücuduna bakmalı zaten. Biz alışmışız tabii sadece kadın oyuncular sıska olsa yeter algısına, bakımlı herifler çıkmaya başladıkça “Olmaz kardeşim ülke standartı bu değil!” diyecek kadar şuursuzlaşıldı. Oysaki Cüneyt Arkın tee Yeşilçam zamanı “Standart bu olmalı kardeşim!” diyerek kaslı vücudunu sergiliyordu. Valla ben hem Kerem’in hem de Şükrü’nün kusursuz endamlarını seyretmeye BA YI LI YORUM. Olması gereken bu. İki adam da best model unvanı taşımadığı için mi bunca tantana? Eee? Mankenden oyuncu olmaz, manken vücutlu oyuncu olmaz, neyden oyuncu olur? Ben söyleyeyim yazılan karakterin kendi doğallığını canlandıran herkesten oyuncu olur. Gerisi de sadece “Osuruktan teyyare selam söyle o yâre,” tadında lakırdılar olarak kalır. Ciddiye alınacak her argümanla münazara edilir, zevkli de olur ama “Adamlar çok yakışıklı onun için hedöhödö,” argümanı çok ciddiye alınacak argümanlar değil benim için. Kerem ve Yiğit olmuş mu? Şükrü ve Emir olmuş mu? Buna bakarım. Bakıyorum ve ikisi de Yiğit’in ve Emir’in doğallığını geçiriyorlar madem, benim için konu kapanmıştır.
Bölüm çok hızlı başlayıp ortalarda ivme düşürüp sonda yine tempo yükselterek bitti. Allah’tan görüntüler ve kurgu muazzam da ortalardaki yavaşlığı hoş görebiliyoruz. En azından kendi adıma söyleyeyim, ben hiç kopmadan seyredebiliyorum. Geçen hafta yazarken senaryo ekibindeki sevgili Melih Çam’ı yazmayı unutmuşum. Onu da es geçmeden yazayım. Dikkatli gözler kendisini Mahinur Ergun ile yazdıkları Merhamet dizisinden hatırlayacaktır. Girizgâhı fazla uzattım farkındayım. Hemen karakterleri atomlamaya geçiyorum.
Yiğit: Babasının intiharının travmasının öfke olarak tezahür etmesine hiç şaşırmadım. Herkes farklı farklı motivasyonlarla büyür çünkü. Yiğit’in motivasyonu da öfkesi olacak muhtemelen. Ben bu öfkenin, babasını intihara sürükleyen kişilerin yanı sıra kendisine olan tarafıyla yansıyacağını düşünüyorum. “Keşke bu kadar vurdumduymaz olmasaydım, babamı yalnız bırakmasaydım,” diyerek öfkeleniyor kendisine. E haklı da tabi. Zincir sallayarak mahalle turlayıp gezeceğine Hasan Amcayla beraber işin peşinde olsaydı böyle olmazdı. Gerçi o zaman da bu çatışma olmazdı. Yiğit’in kardeşini çok iyi tanıdığını ve sevdiğini Namık’ın üzerine yürümesinden anladık. Ona göre Emir durup dururken sinirlenmezmiş çünkü. Diğer bir detay ise kendisinden bir şey sakladığında da hemen anlaması. Yalnız “Senin suçun değil/O zaman kimin suçu?” diyerek bağırdıkları o kriz sahnesinde hem Kerem hem Şükrü enfes oynamış. Çok iyi bir sinir krizi sahnesiydi. Sonrasında Yiğit’in silahı kapıp Namık’ın evini basması ve sırasıyla önce emlakçıya gidip Sadullah’ı kıstırması çok gerilimli sahnelerdi. Hem oyunculuk hem de yönetmenlik çok başarılıydı. Yiğit mümkünse her bölümde bir kaç kere mütemadiyen zıvanadan çıkabilir. ^____^ (Kerem aksan sorununu bir hayli azaltmış bu arada.) İlk bölümdeki hırsızlık olayının flashbacklerle mantığa oturtulması muazzam kurgulanmış. Gül’ün karakoldaki ifadede Yiğit’i satmaması Gül ve Yiğit arasındaki bağı güçlendirmesi bakımından başarılı bir hamle. Valla ben tarafımı Yiğit & Gül ikilisi olarak belirledim. Aradaki o seksi tansiyon çok iyi çünkü. Yiğit’in hırsızlıktan yatması, edineceği çevre ve Nihat/Sadullah hakkındaki ar-ge planları için gerekli altyapıyı sağladı. He kurduğu planlarda ne kadar başarılı olur ileriki zamanlarda görürüz artık. Hapis çıkışı annesini ziyaretinde yaşadığı hayal kırıklığı için diyeceğim şey ise; bu işler böyle Yiğit’ciğim tek kaybeden sen değilsin maalesef. Son sahne de Kübra için planlar kurduğunu tabi ki anladık. Lakin ben zorla bir şey yapacağını zannetmiyorum. Bunun ilk sebebi senaristlerimiz yazmaz, ikincisi ise Kübra zaten yanık. İki kaş göz ve işmar ile temiz duygularıyla oynanmaya gayet müsait. Velhâsıl kelam Yiğit oğlan, asabi ve intikam yüklenmiş bir esas karakterden istediğim her şeyi bir bir verdin. Yola devam…
Emir: Hikâyenin akıl/mantık tarafı sen olacaksın belli de senin de terslenmelerin pek müthiş valla. Daha ilk sahnede gözleriyle Namık’ı hizaya sokmasıyla “Uuu beybi!” dedirtti bize. Emir’in dün bir bugün iki Sibel’e “Sen benim yaşama sebebimsin,” demesi dışında batan falsosu yok. Dur b’olum ne ara kapı önlerinde öpüp “Seni seviyorum,” diyebildin? Yiğit gibi her bölüm bir kaç kere sinirlenip gider yapabilir kendisi. Pek tatlı oluyor maşalllaahh. Bölüm boyunca senet de senet dendikçe “Reddi miras yapın olum!” diyip diyip durdum, çok şükür Emir de aynı şeyi düşündü ve Sadullah’ı morarttı. Yalnız o emlakçı önündeki tartışmada kibarca lafını koyup gitmesi muhteşemdi. Ahahahah! Adam giderliyken de iyi, sakinken de. Nihat’ın ”Zenginin sermayesi kasası, âlimin sermayesi kafası, lafını da çok tuttum bu arada. Yiğit’in arkasını toplamak zorunda olmasından mütevellit görüşte “Şunları imzala!” diye ültimatom vermeleri de pek hoş. Yiğit ihbar ettiği için Emir’e terslendi falan ama bence de çok doğru yaptı Emir. Bölümler boyunca hapiste yatan Yiğit ve onun bir anlık fevriliğinin bütün faturalarını ödemek zorunda kalan bir Emir’i seyretmek istemezdim ben açıkçası. Çocuğum tek başına her işe koşmak zorunda kaldı. Kendi deyimiyle “Yaslanacak birini bulsam ben de dağılırdım,” demesi tam da onu anlatan bir sözdü. Annesini çaresizce sokaklarda araması, bulunca kendisini bile tanımayan bir çift balıkgözüyle karşılaşması, “Seni buraya terk etmiyorum,” diyerek kahrolarak annesini hastaneye yatırması çok fena etti beni çok. Hepsi bir yana doğum gününde annesini hastaneye yatırmasını geçtim mutfakta tek başına boş bir tabakla oturup haline hıçkıra hıçkıra ağlaması en fenasıydı. Bölümün de en güzel sahnelerinden biriydi. Çalıştığı büronun şehir dışına iş için yollaması tüm bu olanların üstüne tüy dikti. Gerçi uzaklaşmak iyi gelir en azından diyerek teselli ettim kendimi izlerken. Şehirden ayrılmasının ölüme gidermiş gibi bu kadar abartılmasını anlamadım valla. Hiç de o kadar abartılacak bir durum değildi bence. Gerçi Allah’tan yolculuk esnasında ekranda akan görüntüler harikaydı. Yiğit’in nasıl bir karakter olduğunu az çok çözdük ama Emir çok sürprizli bir karakter. Her seferinde Yiğit’in yaptıklarını toparlayan bir karakter olarak seyretmek istemem ben açıkçası. Şahsına münhasır çelişkileri ve hataları olan bir Emir izlemek süper olurdu valla. Şükrü’nün bu harika performansı, oynadığı karakteri dallandırılıp budaklandırılarak taçlandırılmayı hak ediyor. Bu arada Şükrü Özyıldız gerçekten harika bir jön olma yolunda hızla yürüyor. Oldu dememiz de çok uzak değil bence.
Zeliha: Hasan’ın intiharının ardından Yiğit ve Emir’i daha da gazlar falan diye düşünürken Zeliha’nın aklını yitirmesi benim için büyük sürpriz oldu. Ay ben Şok! “Onu çok sevdim ama hiç söyleyemedim,” deyip ortalığı talan ettiği sahnede hakikaten yürek dağladı. Tilbe Saran harikaydı valla. Tilbe Saran, Kerem ve Şükrü üçlüsü aile olarak çok inandırıcı değiller mi sizce de? Sanki çocuklar onun oğluymuş gibi geldi bana hep seyrederken. Zeliha’nın delirme sekansları da çok iyiydi. Emir eşliğinde bitkiye dönüşmüş anlarını seyretmekte yürek burkucuydu. Zeliha hep böyle ölü gözlerle bakmayacak inşallah? O kadar hırslı bir kadının dizideki varlığına bitki olarak devam etmesi büyük bir kayıp olur bana kalırsa. He bu haliyle de etkileyici ama Yiğit ve Emir üzerindeki etkisi duygusal bir etkiyle sınırlı kalsın istemem şahsen.
Sibel: Özel butik mankeni ve çok güzel olması sebebiyle zengin bir veliahdın radarına takılmasına şaşırdık mı? Tabi ki Hayır! Annesinin o zengin olup yırtma hevesine o da sahip mi tam çözemedim daha. Ondaki o belirsizlik çok ilginç. Emir’in ilan-ı aşklarına sarılarak ve öperek karşılık vermesini “O da sevgisini böyle gösteriyor galiba,” tarzında değil de garantici bir insan olmasına bağladım. Güven sorunları olan bir kız gibi geldi bana. Emir gibi manitasyonu olsa ben cümle âleme Twitter, Facebook, Instagram gibi mecralardan canlı yayın yapacak bir sürü kızın aksine herkesten saklamaya çalışıp üstüne inkâr etmesi de çok acayip. He Sibel kötü kalpli bir kız değil ama sanki. Ne bileyim sanki güvenilir değil, bir sonraki hamlesini tahmin edemiyor insan. Emir’imizi kıymetlimissi çok üzmese bari. Yiğit ile aralarındaki o tansiyon için çok erken adım atıldığını düşünüyorum. Hatta ilk bölümde de verilmesine gerek yoktu. Gerçi Yiğit, yürüyen her dişiyi götürebilme iştiyahında sahip bir Alfa ama Sibel ile olan/olacak o tansiyonun sonradan yükseltilmesini isterdim ben.
Derya: Bu bölüm “destek olan mahalle arkadaşı” olmaktan başka fonksiyonunu görmediğimiz için geçiyorum.
Kübra: Sadullah’ın Kılıç ailesini tehdit ettiği senetleri büyük bir cesaretle Emir’e vermeye çalışması görünenin ardındaki farkı fark ettirdi. Meğerse Yiğit’e vurulmuş bile Kübra. Sadullah’ın zayıf noktası Kübra değil de Kübra’nın Sadullah’ı temsil ettiği namus anlayışı olduğu için kızımız için üzülüyorum. Yiğit de seni sevse iyi olurdu tabi ama napalım herkesin bir misyonu var Kübra’cığım. Senin bizleri çokça şaşırtan bir karakter olacağını düşünüyorum ben. Hadi İnşallah.
Gül: Şüphesiz ki biz, karanlık kadının işveli olanını severiz. Gül’ü ilk bölümde de sevmiştim ama bu bölüm “Budur işte!” dedirtti bana. Mahallenin kızları Yiğit’in ön izlemesini verdiği sayko karakterinin dişine göre değil çünkü. Gül tam Yiğit’in kalemi. Ve bence vizyonlu kadın. Yiğit’in itlik serserilik ve tuttuğunu koparan tarafını ilk fark eden kendisi. He âşık olur mu Yiğit’e? Hem de deli divane olur. Ama garantici bir abla olduğu için satışların büyüğüne de getirir. Hem sever hem dövdürür kadınlarından. Ahahahahha! Bir de açıkçası daha erken olabilir bu söyleyeceğim ama Kerem Bürsin ve Alma Terziç’in kimyası diğer kızlarımıza göre bir 10 tık falan üstte. Alınmaca gücenmece olmasın.
Sadullah: “Bir kötü adam nasıl olmalı?” sorusuna iyi bir cevap kendisi. Ortalama bir kötü karakter de meymenet olmaması ve bunun süper yansıtılması keyifle izlediğimiz şeyler efendim. Sadullah ve Nihat sehemini sevdim ben açıkçası. Kötü tarafın yanlışlar yapması da güzel olmuş. “Hep kötüler mi kazanacak ulan?” isyanlarıyla iç karartmak yerine karşılıklı atılan gollerin nizami olması daha bir tat verir çünkü. İlk bölümün ilk sahnesinde görünen Hakan Salınmış ne zaman gözükecek merakla onu bekliyorum.
Bölümde emeği geçen tüm teknik ekibe canı gönülden teşekkür eder, sonuna kadar sabırla okuyan gözlerinize sağlık derim.