Bu hafta üçüncü bölümüyle görücüye çıkan Şeref Meselesi için ilk fikrim şudur ki; bu bölüm diğer iki bölüme göre daha sönüktü. İlişkilerle ilgili anlamlandıramadığım sahneler, bazı sahnelerin sanki sahne sonu olmadan kesiliyormuş hissi, inanmakta zorlandığım anlar oldu bu bölümde. Bölüm hashtaginin de #Yiğit’inoyunu olmasından mütevellit bu bölüm temelde Kerem Bürsin sahneleriyle dolu bir bölüm izledik. Kerem Bürsin bu hafta çok daha inandırıcıydı, oynadığı sahnelerden kendisi de keyif almış hissi vardı, diksiyonuyla ilgili de bir şey yapmaya başladı sanırım zira çok daha anlaşılır haldeydi cümleleri. Hatta karakterler içinde en başından kurulan karakter istikrarını bir tek Yiğit’te gördük bu hafta… Tebrikler buradan gitsin kendisine.
Sadullah’ın utanmadan Zeliha’yı ziyarete gitmesiyle başladı bölüm. Kadıncağızın halinden faydalanıp evi almaya çalışması, doktora baskı yapması filan “boynu altında kalasıca” kategorisine soktu kendisini. Hazır Zeliha’dan konu açılmışken yazayım: Bence anne biraz iyileşme göstermeli, yani en azından evine dönecek kadar. Çünkü Zeliha bu hikâyeyi başlatan ve o evde, o mahallede, çocuklarının yanında olması gereken bir karakter. Bir de açıkçası ben Tilbe Saran’ı izlemeye doyamıyorum, sahnesi daha çok olsun hikâyede daha çok yer tutsun istiyorum. Dileklerimi diledim, devam edeyim. :)
Geçen haftadan tüyosunun verildiği üzere Yiğit bölüm boyunca Kübra’yı ağına düşürmek için romantiklikler olsun, efenim bulduğu yerde öpücüklere boğmak olsun, kanına girip gece dışarı cıksın diye “Babana uyku ilacı ver yeaaa,” diyerek planına uygun davrandı. En başta da söyledim bu bölüm amacının dışına çıkmayan bir tek Yiğit vardı zaten. Kübra’yı hiç boş bırakmadı, Namık’ın döndüğünü öğrenince peşine düştü, Annesini o pek hüzünlü, bakımsız yerden çıkardı başka bir yere yerleştirdi, zaten yalandan ilgilendiği Derya’yı gerçekten hiçbir sahnede ciddiye almadı, kızın gözünün önünde Kübra’ya kur yaptı filan. Bir yandan hapishanedeki abimizden kamyonların geliş saatlerini, ne getirdiklerini öğrendi ki soygunu yapabilsin. Soygundan gelen paraların fazlaca dikkat çekeceğini de akıl eden Yiğit, göstermelik bir iş kurmaya karar verdi ki o da araba galerisi olacak gibi. Ender ve Selim’in doğru dürüst tanımadan Yiğit ne derse yapmaları garip olsa da bu üçlüyü seviyorum ben. Yiğit-Selim-Ender sahnelerinde samimi bir tatlılık var.
Bu üçlüden konu açılmışken hemen yazayım; bu bölümün bence en etkileyici sahnesi tamirhanede Ender ve Selim “çok paramız olunca” hayalleri kurarken, Yiğit’in arabanın üzerinde yatıp babasının ölümünü, annesinin yakarışlarını ve olan biten her şeyi etkileyici bir flashback ile hatırlama sahnesiydi. Zaten babasının alyansını görünce hemen hüzünleniyorum ben. :( Buraya sıkıştırmak istediğim bir dileğim daha var: Keşke Hasan, flashback sahneleriyle görünse ileriki bölümlerde. O tatlı babayı görsek ne güzel olur. :)
Gelelim bu akşam bir türlü anlayamadığım ilişkiler mevzuuna. Öncelikle kızların arkadaşlığından bir şey anlamıyorum. Sibel’le ilgili sorularım çok. Mesela Emir’den hala haberleri yok Derya’nın da Kübra’nın da. Bırak Emir’i, kız nerdeyse zengin kocaya varacak ama hiçbir şey anlatmıyor. Bu nasıl yakın arkadaşlık? Ya da kızlara “Bu sağlam pabuç değil,” diyeceğine neden “Ya bu çocuk bana yazıp duruyor, pırlantalar bile getirdi kapıma,” demiyor? Biz olsak naklen yayın yaparız birbirimize ki hepiniz bilirsiniz, kızlar her şeyi konuşurlar şu hayatta. :) Sibel bu hafta annesinin zengin koca ısrarına ve “Fakir mi kalacağız biz hep,” ajitasyonuna bir noktada direnmeyi kesti ve Bora denilen adamla görüşmeye başladı. Adamın da bildiğin romantik çıkması, teknede yemekler, anneye hediyeler, birtakım tatlılıklar yapması kafasının karışmasına yetti kızın. Uzak diyarlarda iş güç kovalayan Emir’i terslemeler, telefonunu açmamalar biraz hızlı oldu bence ama zaten bu ilişkiyle ilgili bir hız sorunu var. Emir’le Sibel’in ne ara âşık olduğunu anlayamadığımız gibi ne ara bu hale geldiklerini de anlayamadık. Bir de Sibel ikide bir Yiğit’i tersliyor, kızlara kötülüyor ama çocuğu görünce de bir kalp atışı görmüyor değiliz ekrandan. Sibel kime gideceğini bir bilemedi dönüyor dolaşıyor. :)
Kızların içinde bence en tutarlı davranan Derya. Çizilen karaktere çok uygun replikler yazılıyor Derya’ya. Tabii o da Yiğit için “Bitti bu iş!” diyip durdu, yahu ne ara başlamıştı zaten? Derya, Yiğit’in Kübra’nın peşinde olduğunu anladığında tam kendisine göre bir tepki verdi, bozulmakta da haklı ayrıca en baştan o yürümüştü Yiğit’e hepimiz şahidiz. :) Oyunculuk için keşfedilme sahnesine çok inanamasak da bu mevzuuyla ilgili komik halleri, esprileri güzeldi. Yakışıyor o haller Derya’ya. Bu kızın evdeki korkunç hayatına, annesinin dayak yiyişini bilerek o evden gidememesine, kardeşi için hep korkmasına rağmen dışarıda hep neşeli, hep dışa dönük hallerini hem hüzünlü buluyorum hem de bunun güzel bir kamuflaj olduğunu düşünüyorum. Hangimizin başını yastığa koyduğunda mutlu mu mutsuz mu olduğunu biliyoruz ki? Ne görüyorsak onu biliyoruz yalnızca.
Ve gelelim Kübra’ya. Bu kızın saflığına, gerçekten ilk kez heyecan duymasına, tertemiz aşkına üzülelim mi yoksa “Ay bu kadar da saf olunmaz,” diye kızalım mı bilemedim. Bölüm boyunca Yiğit’in peşinde koşması, kenarda köşede öpmeleri kızcağızın dengesini bozdu tabii. :) Dizliğini çıkardı, saçlar başlar yapıldı, babanın kahvesine uyku ilacı attı ayol! :) (“Kerem’le dışarı çıkmak için ben neler yapardım neleeeer,” diyen hemcinslerimi duyuyorum şu an.) :) Amma velâkin çocuğu “Babamla konuşmadan seninle öpüşemem,” diye reddedip, sonra adamın evine kadın geldiğini duyunca hesap sormaya gidemezsin canım. Ay Sibel’e de n’oluyosa arayıp “Eve kadın geldi,” diye yetiştirmeler. Yalnız geçen bölümde de yazmıştım; Kübra’nın cesaretini beğeniyorum ben. Aşkı için arkadaşını kaybetmekten çekinmemesi, babasını uyku ilacıyla uyutması, Yiğit’in kapısına “Kim o kadın?” diye dayanması filan o kızdan beklenen şeyler değil tabi. Ey aşk, insana neler yaptırıyorsun! :)
İlişkilerinde bir dinamik gördüğüm tek çift Yiğit-Gül bu arada. :) Oyuncu olarak da enerjileri tutmuş, hem gülüyoruz hem de aralarındaki o cinsel tansiyona inanıyoruz. Yiğit paraları cukkalayıp Gül’ü de alıp gitsin. :)
Ve tabii ki Emir. Çocukcağızın çekeceği çile bitmedi arkadaş. Zaten ailesi dağıldı, dağın başında bir yere gitti iş için, bir de Sibel’in dengesizliği çıktı çocuğun başına. Ama yavrucuuum sen daha üç kere gördüğün kıza “Sen benim hayat kaynağımsın,” derseeeen daha çok harcarlar seni, kıyamam. Olan bitenden habersiz haline üzülen Emir orada yaralanmış bir çocuğa yardım etti, hastanelere götürdü, kendi oteline filan götürdü ve sonra gördük ki bu çocuğun babasının hukuk firması varmış. Minnetten mütevellit İstanbul’a dönünce iş kapısı açılmış oldu kendisine. Bölüm sonlarına doğru döndü İstanbul’a ve gelir gelmez Sibel’i Bora’nın arabasında gördü. Pirincin taşını ayıklasın bakalım.
Yiğit’in bu soygunlardan kaldırdığı parayı Nihat’a götürüp kendini ispatlama çabası sonuç verdi finalde. Lakin orası da biraz hızlı olmadı mı sanki? Yani o kadar kral diye bahsedilen bir mafya babası, kararlı ama henüz tecrübesiz ve kendisiyle görüşmek için araya bir kadın aracı sokan bir çocuğu hemen sofrasına oturtmaz bence. Tabii hikâyenin selameti için belki bir an önce Yiğit’in âleme girmesi gerekiyordur, senaristlerin bir bildiği vardır ve hep birlikte göreceğiz ilerleyen bölümlerde.
Bir intikam hikâyesi anlatmak kolay değil bence. İntikam anlatırken dümdüz değil daha katmanlı bir hikâye kurmak zorunda kalınıyor çünkü. Bir dahaki bölümün yeniden hızlanacağını, ilişkilerin daha netleşeceğini düşünüyor ve okuyan herkeslere selam ediyorum. Haftaya görüşürüz.