Bölümü izleyeli üç gün geçti üzerinden, çok sevgili Kara Para Aşk ailesinden “Siz ne demek istersiniz?” yorumlarını toplayalı ise iki gün. O kadar çok iş-güç vardı ki bu yazı anca tamamlanıyor. Daha yazının başından sabrınıza ve anlayışınıza çok teşekkür ediyorum. Şimdi yazıya geçiyorum.
Kapımızda toplumsal bir cinnetin olduğu ve resmen içimizin parçalandığı, her yerin “simsiyah” olduğu bir hafta içi-dışı bol şiddet dolu, bir kadının (Elif) elinin ayağının bağlanıp şiddet gördüğü, bir diğerinin fiziksel değil ama duygusal şiddetin babasını yaşadığı (Melike), bir diğerinin de ölüm tehlikesi ile aynı evde yaşadığı (Nilüfer) bir bölümdü. Dolayısıyla kafamı ne izlediğimiz konusunda toplayamadım. Bilinçaltının da etkisiyle o şiddet sahneleri kafamda büyüdü büyüdü, kocaman bir düşünce balonu oldu. Ömer’in belki de otuz beş bölümdür ilk defa “şapşallık boyutunu aşan” hallerini de gördük, Elif’in koca bir polis teşkilatından daha “survivor” bir kadın olduğunu da. İpek karakterinin sevimsizliği gözümüzün önünde biraz daha katmerlendi. Yoo, sadece bir büyük aşkın arasına girdiği için değildi bu, annelik arkasına saklanmış büyük bir bencillik söz konusuydu. Serhat’ın kötü adamlığının tadını, o pis sapık bakışlarının altında çıkaramadık bile. Nilüfer’in şahane spor stili, Metin’in “Karımsa, o araba o renk olacak tabii!” şeklindeki tatlı isyanıyla birleşti. Mert’in kendini bulmaya ve gerçekten “aşık” olmaya çalışmasını izledik. Hüseyin’e belki biraz daha kızmamızın sebebi patavatsız Melike yüzünden oldu. Tayyar Dündar’ın da bitmek tükenmek bilmeyen “Erkek torun istiyorumm!” tutturmasını da unutmamak lazım. Kısacası hikayenin ekseni bir yerden feci şekilde kayarken, bir yerde feci şekilde düzgün duruyordu. Sonrasında bildiğiniz o rating dalgalanması yaşandı. İster inanın, ister inanmayın bu konuda annem bence nefis bir şey söyledi: “Biz izlemekten bıkmayız da zorla bıktırmaya çalışıyorlar galiba!” Kendisi koyu bir Engin Akyürek fanı olduğu için bu duruma biraz sinirleniyor, onu da belirteyim.