Hicran, muhafazakar bir ailenin tek ve kıymetli kızı. Babası gibi vitray sanatıyla ilgileniyor. Babasıyla birlikte camilere, kiliselere, lüks yalılara vitray yapmaya gidiyor. Hani derler ya “erkek gibi kız”, Hicran da görünüş itirbariyle hanım hanım bir kız olsa da yaptığı işi bir erkek gibi yapıyor, babasının yerine araba kullanıyor, cebine doldurduğu misketleri yolda koşarak çocuklara dağıtıyor. İçinde büyümemiş bir çocuk var ama bir yandan da yeni yeni büyüyen bir genç kız. Tahminimce 90’ların sonuna doğruolan yıllarda Hicran 18-19 yaşlarında. Babasıyla olan ilişkisi gerçekten izlerken gülümsetecek derecede güzel. Her hikayede bir ara bozucu vardır ya bu hikayede de babayla kızının arasını bozan kişi maalesef anne.
Bir insanı mutlu etmekten daha güzel bir şey varsa o da bir çocuğu mutlu etmektir.
Dizinin ilk sahnesi günümüzden gösterildi, Hicran 30lu yaşlarda, bir kızı var ve onu istemiyor. Başta çok dram gelse de dakikalar ilerledikçe Hicran’da gülüp eğlenecek yerler buluyor insan kendine. Kızıyla arasında ne oldu nasıl oldu biz tabii bunları şuan bilemiyoruz. Ama tahminlerime göre Hicran’ın kızı Murat’tan. Sinan’la Hicran’ın yolu nasıl kesişecek çok meraktayım doğrusu.
Genel bir algı vardır kız 19 20’li yaşlara geldi mi evlenmelidir. Daha doğrusu eskiden böyleydi, şimdi daha çok 25 yaşından sonra bu baskı uygulanmaya başlanır oldu. Hicran da 20’li yaşlara eriştiğinden dolayı artık ona da bakılabilir anlamına geliyordu. Kamyoncu Nazif, konu komşunun önerileriyle Hicran’a talip oldu. Ama Hicran evlenmek istemiyordu. Tabii kimsenin bu noktada Hicran’a fikrini sorduğu yoktu. Baba her ne kadar kızını sevse onun fikirlerine önem verse de, annenin söylediği bir kaç can alıcı söz -evde kalmakla ilgili olanları özellikle- babanın ikna olmasına yetti arttı bile.
Böyle bir kızın evde kalacağını düşünen annenin gözlerinin kör olduğu düşüncesindeyim. Güzelliğe bak...
Hicran ailesini öyle seviyor ve sayıyor ki, muhtemelen onlara uygun olmadığını düşündükleri arkadaşıyla bile gizliden gizliye görüşüyor. Arkadaşının tüm zorlamalarına “Vur sırtına bohçanı, kaç kız!” demelerine rağmen asla onlara bunu yapamayacağını söylüyor. Gerçi ilerleyen bölümlerde yapıp yapmayacağını göreceğiz ama şimdilik buna yeltenmediği kesin.
Bu arada biraz Murat ve Sinan’dan bahsedeyim. Murat, kayınpederinin yanında el pençe divan duran bir adam. Yani daha halk tabiriyle biraz ezik bir adam. Sinan yetiştirme yurdunda büyümüş olmasına rağmen, eksikliğini duygusallığa değil espriye vurmuş. Çok güler yüzlü, çok eğlenceli, biraz(!) da çapkın ama esasında çok içli, çok acı çekmiş ve muhtemelen yaşadıklarını unutmak adına devamlı eğlenmeyi tercih eden bir adam. Bana biraz Behlül’ü hatırlattı. Hatırlarsanız Behlül’ün de ailesi yoktu ve o da bu eksikliğini laylaylom şeklinde atlatmayı tercih ediyordu. Buğra Gülsoy bana kalırsa tamamen Güney rolünden sıyrılıp üzerine Sinan rolünü giymiş. Aynı şey Aslı Enver için de geçerli tabii ki. Hicran bu güne kadar hiç görmediğimiz bir karakterdi kendisinde. Çok da yakışmış.
Bakışlarımla 10 tane kızı aynı anda bayıltabilirim, iddiaya var mısınız?
Evet babacım, tabii babacım.
Hicran, her zamanki gibi babasıyla büyük bir kilisenin camlarına vitray yapmak üzere işe koyulduğu gün, hayatının dönüm noktası oldu. Murat ve Sinan vitray yaptırmak üzere Sait ustayla anlaşmaya geldiklerinde Hicran’ın üzerindeki kıyafetlerden ve ağzının yüzünün kapalı olmasından dolayı onu erkek sandılar. Hicran da iki tane cevval beyefendiyi yan yana görünce heyecanlanmış olsa ki elindeki boyaları bir bir döküverdi Murat’ın kafasına. Sonra gelsin romantik komedi tadındaki tatlı kovalamacalar. Hicran, boyayı Murat’ın kafasından aşağıya döküp de kaçınca çareyi kapıda bekleyip yakalamakta buldu Murat ve Sinan. Ama onu erkek sandıkları için tanıyamadılar. Belki de Bana Artık Hicran De’yi en çok bu yüzden sevdim. Çünkü devamlı ağır bir dram görmüyorsunuz, arada tatlı tatlı atışmalar, baba kız ilişkisi, arkadaşlık ilişkileri, heyecanlar. Hepsi tek tek oluyor. Bütün bir bölüm boyunca Hicran adına televizyon başında acı çekmedik yani.
Aşk bazen yanından geçer, göremezsin.
Bu küçücük kazanın başlarına neler açacağını henüz bilmiyordu hiçbiri. Murat’ın saçına bulaşan boya çıkmayınca çareyi saçları kestirmekte buldu. Tabii bunun suçlusu Hicran olduğu için ertesi gün onların yalıya çalışmaya geleceklerini öğrenince elinde makasla pusuda bekledi resmen. Hicran bütün güzelliğiyle, pespembe elbisesiyle kapıdan içeri girince Sinan ve Murat’ın aynı anda nutku tutuldu. Ama yine anlayamadılar onun dün ki sakar çocuk (kız) olduğunu. Üzerini değişip tulumunu giydikten sonra Sinan’a yakalanınca olanlar oldu. Hicran kaçtı onlar kovaladı.
Aslında kovaladıklarının aşkları olduğundan habersizce köşe kapmaca oynadılar.
Eni sonu evin balkonunda kıstırdılar Hicran’ı. Önce maskeyi açtılar bir şey anlamadılar. Hicran da öyle kolay pes etmeyince kız olduğunu ancak saçlarını açınca anladılar. Şu noktada bir şeye değinmek isterim. Bir kadının kadın olduğu vücut hatlarından bile anlaşılır. Siz iki koca adam, nasıl anlamadınız yahu? Ne zaman saçlar açıldı, Sinan ve Murat kilit. Bu arada ara sahnelerde devamlı bugünü seyrettik Hicran’ın gözünden. Aslında tam tersi, başından beri seyrettiğimiz Hicran’ın kaza anında hayatının gözünün önünden geçmesiydi.
Anne yüreği değil mi, istemiyorum dese de çok sever, korur çocuğunu.
Çocuğunu istemeyişinin altında ne gibi sebepler yattığını ilerleyen zamanlarda öğrenecek olsak da ben bu hikayeye şimdiden çok ısındım. Umarım böyle güzel bir hikayenin kıymeti bilinir ve uzun zaman ekranlarda görürüz. Haftaya görüşmek üzere.
Sevgiler.