Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Biz bu kaderi bir milyoncudan mı aldık?
Sezon: 1 Bölüm: 23

En büyük hazine sizde; dostluk…

Ulan İstanbul, sezonun en iyi bölümlerinden biriyle karşımızdaydı. Gerçekten her şeyiyle muazzam bir bölümdü, ben de her anını gönlüme kaydettim. İlk defa bir flashforward ile başladık bölüme, iki gün sonrasıyla… Ve o anların şokunu yaşarken işlerin henüz sarpa sarmadığı iki gün öncesine savrulduk, Kandemir’in Ferdi’yi evden kovduğu gecenin sabahına… Aslında her şey o anda düğüm olmaya başlamıştı. Karlos diyordu ya hani; “Birimiz eksiksek, hiçbirimiz yokuz,” diye… Aynen öyle işte… 

İkinizde de aynı inadım inatlık, dediğim dediklik!

Bu hafta iki tezgâh kuruldu, çünkü aile ikiye bölünmüştü. Ferdi bir yanda, diğerleri bir yanda ayrı gemileri ama hala aynı amaçla yürütmeye çalışıyorlardı. Kandemir, her ne olursa olsun düzenin işlemesi gerektiğini ve işlerinden başka hiçbir şey düşünmemeleri gerektiğini söylüyordu. Ferdi ise Kandemir’e hem kırgındı, hem de kendisine kızıyordu ve eve dönmeyi hak etmeden de hiçbir şekilde adım atmamaya yemin etmişti. Omuz omuza olan altın altılıyı, birbirlerini uzaktan izlerken görmek de çok kötüydü be! İkisi de birbirine kıyamıyor aslında ama ikisinin de keçi gibi inadı ve kendilerine göre kuralları var. İşte bu yüzden Kandemir ve Ferdi’yi birbirlerine bu kadar çok benzetiyorum ben. Fikirleri de zikirleri de aynı olduğu için bu kadar çatışıyorlar. İkisi de kendi doğrularının ve tutkularının peşinden gitmekten vazgeçmiyor, vazgeçmeyecek de… Ama birbirleri olmadan da yapamayacaklarını anlayacaklar, son olanlardan sonra geç olacak ama anlayacaklar. Ferdi ve Kandemir’in birbirlerine sarıldıkları, birbirlerini affettikleri anı görmek için sabırsızlanıyorum. Umarım bu dargınlık ve inat fazla uzamaz, umarım Ferdi artık kendisine babalık yapan ve aile olmayı öğreten Kandemir’i uzaktan izlemek zorunda kalmaz. Diyordu ya Kandemir: “Biz bir aileyiz. Aile her şeydir, tek yürektir. Hepimiz bu yüreğe kan taşıyan damarlarız. Bu damarlardan biri kesilirse yürek atmaz olur, hasta olur insan.” Ferdi de o damarlardan biri, o olmazsa olmaz. Ekipten biri giderse olmaz, eksik kalırlar ve her şey de eksik gider. Tıpkı bu haftaki iki tezgâhta olduğu gibi…

Bu haftaki hedefimiz: Faysal! Yaktın bizi Faysal…

Her düğüm için “Bir şekilde çözülür,” diyorduk lakin bu sefer tam bir kördüğüm!

Kandemir’in kurduğu tezgâhta hedef; Faysal’dı. İnsan kaçakçısı olan Faysal, o güne kadar belki yüzlerce insanın ölümüne sebep olmuştu. İnsanlar tüm paralarını yurt dışına kaçabilmek için Faysal’a yatırıyorlar, Faysal da onları ölüme gönderiyordu. Hedef belli ve çok açıktı lakin Faysal’a ulaşmak o kadar da kolay değildi. Ne bir iz, ne bir nefes yani… Çetemizin ellerindeki tek bilgi balıkçılardan aldıkları haraçtı. Bunun üzerine balıkçı kılığına giren Yaren ve Karlos, Faysal’ın adamlarının kendilerinden haraç almaya geleceği anı kollamaya başladılar. Nitekim o anın gelmesi çok da uzun sürmedi. Faysal’ın adamları hemen balık tezgâhının dibinde bitmişlerdi. Karlos, hiçbir itirazda bulunmadan haracı verdi ve Kandemir’i peşlerinden gitmeleri için uyardı. Bundan sonrası Bahadır ve Tuncer’e düşüyordu. Yolcu kılığında Faysal’ın yanına gidecek ve İtalya seferi bilgilerini öğreneceklerdi, tabii ki öğrendiler de. Üçüncü aşama olarak para çantasını ele geçirmeleri gerekiyordu. Bu kez Yaren ve Karlos’un “Bir milyonun var mı be abi?” planı işe yaramadı ve akşamına B planını işleme koymaları gerekti. Bu sefer başarılı da oldular fakat bin bir türlü belanın kendilerini beklediğinden habersizlerdi. Diğer yandan Ferdi de kendi tezgâhını yürütmek istiyordu. O da bir altın kaçakçısı olan Nurettin’in peşine düşmüştü, tabii ki Karlos’un yardımıyla ve Kandemir’in kurallarını çiğnemeden… Lakin Nevizade planının akşama sarkmasından ve tezgâh esnasından başlarına bin bir türlü bela gelmesinden dolayı Ferdi, kendi tezgâhını kendisi yürütmek zorunda kaldı. Ama işler burada da sarpa sardı ve kaza yapan Karlos’lara yardım etmek için harekete geçen Ferdi de yakalandı. Her şeyin sonunda paramparça olan çetemizle karşı karşıyaydık. Kandemir hastanede, Ferdi namlunun ucunda, Bahadır ve Tuncer ise muhtemelen batacak bir teknenin içinde hapis haldeydiler. Yaren, Karlos ve Derya ise Faysal’ın adamlarından kaçarken kaza geçirmişlerdi. Arap saçı diye ben buna derim işte, bu sefer nasıl çözülecek hiçbir tahminde bulunamıyorum. Fakat Nevizadeler bu sefer gerçekten zorda, onu biliyorum.

“Ne zaman gelirsen gel, başıma taç olursun. Sen benim eski değil, eskimeyen dostumsun.”

Tüm bunların yanında güzel şeyler de oluyordu tabii ki. Dostluk oluyordu, aşk oluyordu. Ne zamandır Ferdi ve Karlos’u böyle güzel izlemiyorduk. Yan yana olduklarını biliyor ve görüyorduk ama insan arada böyle özel anlar istiyor. Çok güzel adamlar Ferdi ve Karlos, çok özel adamlar. Kalpleri temiz, sevgileri temiz, her şeyleri öyle içten ki. Evet, hatalar da yapıyorlar ama o hataları fark ettikleri zaman birer birer sırtlarından atmayı da biliyorlar. An geliyor, birinin hatasını diğeri de sırtlayıveriyor ve zamanı gelince de birlikte un ufak ediyorlar. Ama hep yan yana, hep omuz omuza. Karlos’un dediği gibi; “Ben buraya sen doğru bir şey yapıyorsun diye gelmedim, sen olduğun için geldim. Sana gelen bana gelsin diye geldim!” İşte tek cümle ve bu tek cümle onların dostluğunun önsözü…

“Ben hatamın farkındayım, en çok da seni istediğimin farkındayım.”

Aşk da var dedik, değil mi? Var elbet. Karlos var, Yaren var, Ferdi var, Derya var. Derya’ya çok kızgındım, hatta kırgındım. Ferdi’ye o kin dolu bakışlarını da uzunca bir süre hafızamdan silemem. Ancak bu hafta benim yelkenler suyun dibini boyladı. Uzun zaman sonra Derya’nın Ferdi’ye ne kadar değer verdiğini ve O’nu ne kadar sevdiğini yeniden hissettim. Hissettim ve çok ama çok mutlu oldum. Ferdi’yi zaten hep biliyoruz. Sevgisini de, Derya’ya verdiği değeri de O’na her dokunuşunda hissediyoruz. Ferdi, öyle bir dokunuyor ki Derya’ya tüm umutsuzluklar umut oluyor. Öyle bir sarılıyor ki, sanki yeniden nefes almayı öğreniyor. Sarıldığı vakit sevdiği kadının kokusunu son kezmiş gibi, dolu dolu içine çeken adamları sarıp sarmalamak lazım zaten. Çünkü o adamlar çok güzel seviyorlardır ve kaybetmeyi de ezbere biliyorlardır. Tüm hırçınlıkları da bundandır zaten. Bir şeyleri kaybetmemek için avuçlarını sürekli sıkmalarındandır ruhlarındaki sertlik. Kızmayın Ferdi’ye, O’nun kabuğu sert belki ama kalbi yumuşacık. Ferdi’nin gözlerindeki ateş yakmaz Derya’yı, ancak içini ısıtır. “Bunlar var ya; sıkılganlar, çekingenler ama çok güzel seviyorlar birbirlerini.”

“Yaren… Çok doldum, ağladım ağlayacağım ama iyi ki sen varsın. Sen insanın yarasını acısını alıyorsun.”

Böyle güzel öpülür mü?

Böyle güzel sarılmak olur mu?

Her şekilde ve durumda dünya tatlısısınız! Çok mu çok seviyoruz?

Yaren dedik, Karlos dedik. Bu bölüm de yedi sene eksildik. Adım adım, saat saat öğreniyoruz Yaren ve Karlos’u. Sanırım her yara izinin hikâyesini de ayrı ayrı öğreneceğiz, öğrenirken her yaraya ayrı ayrı dokunacağız. Zaten onlar da diyorlar ya; “Biz birbirimizin yaralısıyız,” diye… Ah be, farkında olmadan bizim de yaralımız oldunuz siz. Çok ama çok özel Yaren ve Karlos. Öyle çocuksu bir masumiyet var ki onlarda, insanın içine işliyorlar. Hep diyorum; daha bilmediğimiz onca yara, onca acı ve onca hayal kırıklığı üstüne insan cebinde hala o çocuksu masumiyeti taşıyabiliyorsa o insan sevilmeyi hak ediyordur. Yaren ve Karlos da sevilmeyi sonuna kadar hak ediyorlar. 

Kızıyorum Esra’ya falan ama Ceyhun yüzünden de böyle boynu bükük kalmasına üzülüyorum. Zira Ceyhun bir bakarkör! 

Onu bırakın da, bu mesaj başa büyük işler açacak yine…

Ceyhun’un Esra’yı fark etme ihtimalinden yavaş yavaş umudu kessek mi acaba? Zira doğum günü akşamı dahi fark etmediyse bir daha fark etmesi hayli zor. Bu kız ne zaman Ceyhun’un “arkadaş alanı”ndan ve hatta “kanka, gardaş, ahretlik alanı”ndan çıkacak yahu? Ceyhun’un ne manasız hareketleri vardı yine. Ne mana yani Esra’nın doğum gününde Derya’ya hediye vermek? Doğum günleri bir insanın kendisine özeldir ve bir başkasını önce çıkarmak neden? Düşünüyorum da, ben Esra’nın yerinde olsam çok kırılırdım. Çok vermek istiyorduysan çekersin Derya’yı kenara ve verirsin hediyeni. Esra’nın sana âşık olduğunu bile bile nispet yapar gibi kızın burnuna sokmak neden yani? Ki bunun Esra’nın Ceyhun’a âşık olmasıyla da alakası yok, birazcık saygı.

Piremsesim ya!

Nevizadeler cephesinde tüm bunlar olurken mahallede de sular durulmuyordu elbet. Hayati’nin başından aşkın derdi, Şehriban’ın Ceyhun’un kendisini terk etmesinden korkması, Maşuka’nun fantezileri, Servet Abi’nin güzel sözleri derken o kısım da aktı gitti her zamanki gibi…

Bahadır’a verirken, bize de azıcık güven verseniz? Zira çok ihtiyacımız var!

Uzun lafın kısası; dopdolu bir Ulan İstanbul bölümü izledik, devalarca izlesem sıkılmam. Bu bölümde emeği geçen herkesin gönlüne sağlık! Ve tabii ki Sayko Faysal’a hayat veren Hakan Karsak’ı da unutmamak gerek, küçücük alanda harikalar yarattı yine. Haftaya görüşmek üzere!

YORUMLAR




BUNLAR DA VAR