Bu bölümün odak noktası sezon başlarında işlenen türe yakın bir vakaydı: İnsanlık için aşırı dozda zararlı olan bir virüs. Bölümün başında adamın tekini helak da etti zaten. Sonra da işin içine Reddington’ın girdiğini, daha doğrusu FBI’ı soktuğunu izledik. Ama o kadar da basit olmadı, çünkü kendisini büyüten babasını Red’in öldürdüğünü nihayet anlayan Liz onunla çalışmak istemeyince, Red’in tek şartı da Elizaebth olunca ortalık gerildi. İkna çabaları da pek işe yaramayınca işler tek bir noktaya vardı:
Elizabeth ‘son bir görev’ niyetine mecbur kalmışçasına transferi öncesi işi aldı ve başladı koşturmaya. Tabii bunun başka bir anlamı daha oldu: Bulundukları ve çalıştıkları gizli birimin işi Red ve listedekiler olunca, Liz’siz de Red olmayınca birimin dağılma durumu. Alttan üste kadar herkesin hayatını bir şekilde etkileyecek türden bir karar anlayacağınız. Bölümün gidişatından ve dizinin geleceği açısından öyle bir şey olmayacağını bliyoruz ama dizi oraya gidiyor işte şu an. Gitsin bakalım.
Bunu yaptığı/yaptıkları için minnettar olabilirim.
Bu bölümün en sevdiğim tarafı resimdeki cümleyle başlayan açıklamalar dizisi olsa gerek. 21 bölüm boyunca 20 tane liste adamının üstesinden geldik ve bunların en azından bir kısmının birbiriyle bağlantılı çıkması hoşuma gitti. Red gibi yüksek öncelikle aranan birisinin nasıl olup da polise öylesine teslim olduğunun sorusunu sorgulamayı ben bırakalı epey bir olmuştu. Her şey Liz ile bağlantılı gibi dursa da tamamıyla öyle olmamakla birlikte son zamanlarda daha da ayyuka çıkan düşmanla ilgili planlar içinmiş meğerse bu durum. Adı Berlin olan, Tom’u da Liz için tutan hani.
Bu arada unutmadan, geçen bölüm New York’un altını üstüne getirdikten sonra bölümün adını Berlin koymak insana şehir ismi düşündürtmüyor değildi. Geçen yazının sonunda bir miktar ben de düşünmüştüm. Sonrasında bölüm adlarının yer ve durum değil de kişilere yönelik olduğu dank edince Berlin’in de yer değil kişi olduğu ortaya çıktı. Bu noktada söylemek istediğim şeyse o gördüğümüz, daha doğrusu henüz göremediğimiz kişinin ne saçma birisi olduğu. Yoksa o gördüğümüz Berlin değil miydi?
İnsan Red gibi birine düşman olarak oturaklı, güçlü, zengin falan birisini bekliyor. Bu adam bir uçağın içindeydi, yanılmıyorsam elleri kelepçeli gibi bir şeydi ve anahtar mücadelesi gibi bir şey oldu uçakta. Bölüm sonunda uçağı düşünrmelerine girmeyeyim, onu olmamış varsaymaya çalışıyorum.
New York’u geçen hafta kapattık biz. Ne işi var Washington’da NYPD arabasının?
Berlin’i şimdilik düşen uçağının içinde bırakıp döneyim ben virüs konusuna:
Seçilen virüs adı Cullen olan bir virüstü. Oldum olası etkileri bu tarz insanı bitiren virüslerle ilgili bir şey izlemeyi sevmişimdir zaten. Basit versiyon korku filmlerini kastetmiyorum, onlar ayrı. Buradakinin sunumunu da sevdim. Bölüm başındaki görevlinin kurtulmayı hiçe sayıp ve adamların istediğini yapmayıp kendi işini bitirmesini benim yapmayacağım ama saygı duyacağım bir şey olarak tanımlıyorum.
Bu virüs insanları öldürmeye yarasa da bir diğer yararı kendisi için kolay olmasa bile Liz’in Red’in yanında kalmasını sağlaması oldu. İkili bu yolda Einstein bozması hafif kafadan çatlak bir profesörü iki kere –aralarda didişerek- ziyaret ettiler. Detayları öğrendiler, gerekli adamı saptayıp etkisiz hale getirdiler falan filan. Buralar her bölümde ya da çoğu dizide olan şeyler zaten. Bu işler olurken bir yandan da Liz’in ekipten çıkmasından dolayı Red’in anlamamasının iptali ve tutuklanması planı yapıldığı için ben aslında o kısımla ilgileniyordum. Red’ten nefret etse bile içi ‘kaldırmayan’ Liz bunu fazla ileri götüremeyince bölüm sonunda –hiç de fazla ileri gitmemiş sahiden- ikiliyi güzel bir konuşmanın içinde buluverdik.
Bu bölümün hoşuma giden diğer tarafı da buydu zaten. Muhtemelen James Spader oyunculuğunun verdiği güzelliğin altında bu sefer/bu sahnelik Megan Boone’un kalmamış olmasının etkisi de vardır.
Berlin’i şimdilik düşen uçağının içinde bırakıp döneyim ben virüs konusuna:
Seçilen virüs adı Cullen olan bir virüstü. Oldum olası etkileri bu tarz insanı bitiren virüslerle ilgili bir şey izlemeyi sevmişimdir zaten. Basit versiyon korku filmlerini kastetmiyorum, onlar ayrı. Buradakinin sunumunu da sevdim. Bölüm başındaki görevlinin kurtulmayı hiçe sayıp ve adamların istediğini yapmayıp kendi işini bitirmesini benim yapmayacağım ama saygı duyacağım bir şey olarak tanımlıyorum.
Bu virüs insanları öldürmeye yarasa da bir diğer yararı kendisi için kolay olmasa bile Liz’in Red’in yanında kalmasını sağlaması oldu. İkili bu yolda Einstein bozması hafif kafadan çatlak bir profesörü iki kere –aralarda didişerek- ziyaret ettiler. Detayları öğrendiler, gerekli adamı saptayıp etkisiz hale getirdiler falan filan. Buralar her bölümde ya da çoğu dizide olan şeyler zaten. Bu işler olurken bir yandan da Liz’in ekipten çıkmasından dolayı Red’in anlamamasının iptali ve tutuklanması planı yapıldığı için ben aslında o kısımla ilgileniyordum. Red’ten nefret etse bile içi ‘kaldırmayan’ Liz bunu fazla ileri götüremeyince bölüm sonunda –hiç de fazla ileri gitmemiş sahiden- ikiliyi güzel bir konuşmanın içinde buluverdik.
Bu bölümün hoşuma giden diğer tarafı da buydu zaten. Muhtemelen James Spader oyunculuğunun verdiği güzelliğin altında bu sefer/bu sahnelik Megan Boone’un kalmamış olmasının etkisi de vardır.
Always and forever. (Her zaman ve daima.)
Bölümün sonunda bu konuşmayı yarım bıraktığımız için ben de yarım bırakıp devamını istediğimi söyleyerek yazıyı toplayayım diyorum. Çünkü bunun ilerisi Berlin gibi o çeşit koşulları olan bir adamın Red’in başına nasıl bu kadar bela olabildiğine varacak. İnsan takmadan edemiyor.
Bu hafta kısa bir giriş yaptığımız Tom mevzusunu gelecek bölüm bir nihayete erdireceğiz gibi. Bu bölümde midesini sevdiğim, gitti kendisini takip eden adamı etkisiz hale getirdi, yetmedi adamın dövmesini vücudundan kazıyıp Red’e gönderiverdi. Kanlar hala ortalıkta olmasa güzel bir hediye bile olabilirmiş dedim ben. Gelecek bölümün fragmanında da elindeki silahı Elizabeth’in kafasına dayamış ve karşısında Red varken görünüyor; dolayısıyla hikayenin sonu olabilir bu durum. Ama umarım olmaz, bakalım...
Böyle yani. Haftaya sezonu kapattığımız için dananın kuyruğunu orada kopartırız artık. Aşağıya şunları bırakıp gideyim ben.
Bölümün Replikleri:
- Sen onu değil, o seni seçer. (Tom öldürmeden önce karşısındaki adama Berlin’den bahsederken. Kurşundan değil egodan ölecek cancağızım.)
- Şantaj böyle yapılır güzelim. (Güzel şantaj yaptığını düşündürten virüs adamının kendi kazdığı kuyuya düşmesine beş kala ağzından çıkan söz. Akılsız olunca böyle oluyor.)
- Hayatında hiç bencil olmadığın oldu mu senin? (Liz Red’in gözünün içine baka baka virüs araştırmalarını kendisini manipüle etmek için kullanmakla suçlarken. Güldüm ben söyleyiş biçimine.)
- Bunların hiçbiri seni kaybetmekten kötü değil. (Red’in tutuklama teşebbüsüne beş kalmışken Liz’e söylediği söz. Adamın içindeki romantiğin ağzı laf yapıyor sayın seyirciler.)
Bölümün sonunda bu konuşmayı yarım bıraktığımız için ben de yarım bırakıp devamını istediğimi söyleyerek yazıyı toplayayım diyorum. Çünkü bunun ilerisi Berlin gibi o çeşit koşulları olan bir adamın Red’in başına nasıl bu kadar bela olabildiğine varacak. İnsan takmadan edemiyor.
Bu hafta kısa bir giriş yaptığımız Tom mevzusunu gelecek bölüm bir nihayete erdireceğiz gibi. Bu bölümde midesini sevdiğim, gitti kendisini takip eden adamı etkisiz hale getirdi, yetmedi adamın dövmesini vücudundan kazıyıp Red’e gönderiverdi. Kanlar hala ortalıkta olmasa güzel bir hediye bile olabilirmiş dedim ben. Gelecek bölümün fragmanında da elindeki silahı Elizabeth’in kafasına dayamış ve karşısında Red varken görünüyor; dolayısıyla hikayenin sonu olabilir bu durum. Ama umarım olmaz, bakalım...
Böyle yani. Haftaya sezonu kapattığımız için dananın kuyruğunu orada kopartırız artık. Aşağıya şunları bırakıp gideyim ben.
Bölümün Replikleri:
- Sen onu değil, o seni seçer. (Tom öldürmeden önce karşısındaki adama Berlin’den bahsederken. Kurşundan değil egodan ölecek cancağızım.)
- Şantaj böyle yapılır güzelim. (Güzel şantaj yaptığını düşündürten virüs adamının kendi kazdığı kuyuya düşmesine beş kala ağzından çıkan söz. Akılsız olunca böyle oluyor.)
- Hayatında hiç bencil olmadığın oldu mu senin? (Liz Red’in gözünün içine baka baka virüs araştırmalarını kendisini manipüle etmek için kullanmakla suçlarken. Güldüm ben söyleyiş biçimine.)
- Bunların hiçbiri seni kaybetmekten kötü değil. (Red’in tutuklama teşebbüsüne beş kalmışken Liz’e söylediği söz. Adamın içindeki romantiğin ağzı laf yapıyor sayın seyirciler.)
The BlackList'in bu sahnesinde ekranda görülen anonsta da belirtildiği gibi 11 Mayıs’ta NBC’de mini dizi Rosemary’s Baby başlıyor. Denemenizi tavsiye ederim, şurada diziden bahsetmiştim.