Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Bir yangın yerinde sevmiştim seni
Sezon: 1 Bölüm: 17
Sevdiğin insanın cellâdı olmak mı, cellâdının sevdiğin insan olması mı daha zor?
 
Bölümü anlatan en güzel replik Bekir’den geldi bu bölüm… “Belki de ölmek iyi bir şeydir,” dedi. İnsanın yüreğine oturan, böğründe taş olan o kadar çok acı vardı ki her bir karakteri bağrıma basıp teselli etmek istedim. Birbirlerinin yaralarını saramıyorlar, ben sarayım istedim. Ve düşündüm; insan bu kadar acı içinde kıvranacaksa eğer, ölmek o kadar da kötü bir şey değildir belki de. İlk defa saatleri ileri sardık bölüm başlarken. Bölüm boyunca o görmediğimiz 12 saatte bir şeyler oldu zannetmiştim ama meğer amaç Özlem ve Mehmet’e nefes aldırmakmış. Hoş aldıkları nefes ciğerlerini yakmaktan başka neye yarar bundan sonra? Biri sevdiği kadının cellâdı olan bir adam, diğeri cellâdı sevdiği adam olan bir kadın. Hangisini anlamak daha kolay, hangisi daha yaralı, hangisi daha haklı, hangisi daha suçsuz karar vermek öyle zor ki.

Aldığım nefeste gözümden yaş damladı bu bölüm. En çok Özlem’e ağladım. Her karakterin yeri içimde çok ayrı ama Özlem’in tahtı başka bir yerde, daha çok işliyor içime. Böylesine yalnız ve çaresiz bir karakter izlememiştim ne zamandır, yüreğimi yaktı. O ağladı, ben ağladım, o anlattı, ben ağladım. En çok da Cemile annenin bağrına basışına ağladım, sahi Özlem anne kokusu duymayalı ne kadar olmuştu? Özlem tam bir yalnız kuş… Kanatları kırılmış, çok darbe almış, kendini korumak için ördüğü duvarlar yosun tutmuş bir karakter. Hâlbuki dönüp geçmişine baktığımızda tek meselesi çabaladığı hayata ulaşmak olan, bir şeyler inşa etmeye, emek verdiği ölçüde bir yaşam sürmeye çalışan biriymiş. İki yanlış adam girmiş hayatına, iki büyük sınav ve Özlem her seferinde daha da dibe çekilerek devam etmiş yoluna. Her seferinde daha aşağı, en aşağı… Her seferinde “Oldum,” demiş ama hiçbir zaman olamamış, hep yarım kalmış. Belki de hayatı boyunca kendini en çok “tamam” hissettiği oğlunu içinde büyüttüğü dokuz aymış ama hayat bu mutluluğu bile çok görmüş Özlem’e… O da zırhlarını bürünmüş. Özlem’in intikam almak istediği ne Kemal’miş ne de Leyla’ymış aslında. Hayatla hesaplaşmak istemiş, “Neden ben?” diye haykırmak istemiş. Buna dahi nefesi yetmemiş. Hayata ve insanlara karşı çok güvensiz kalmış bir kadın Özlem… Bu sebepledir ki hissettiği her şeyi yalansız dolansız, dobra dobra söyleyen Mehmet’e hemen kaptırdı kendisini. Ve bu sebepledir ki Özlem’in yalanları daha fazla yara açtı bu aşkta. Bunca zamandır her şey o kadar net ve o kadar doğru ilerliyordu ki bu aşka yalan girmesi kâğıdı ateşe atmak gibi oldu. Yaktı, kül etti.

Evet, çok yalan söyledim ama bu yalan değildi. Seni çok seviyorum, bir tek buna inansan yeter!
 
Özlem ve Mehmet o odadan parçalanmadan çıkamadılar, bence. Mehmet’in öfkesi öyle büyüktü ki taş olsa çatlardı Özlem’in hali karşısında, Mehmet’in kılı kıpırdamadı. O ışık yoktu gözlerinde, hiç ışık yoktu. Çamurların içinde bulduğu inci tanesiydi Özlem, Mehmet için… Her şey kirliydi ama o değildi, herkesi suçladı Mehmet ama bir tek Özlem’e konduramadı. Eline alıp sarıp sarmaladığının inci değil, alelade bir taş olduğunun farkına varınca tüm beyazlar anlamını yitirdi. Mehmet de siyahların adamı oldu haliyle… Özlem’in donmuş yüreğinin buzunu çözdü belki ama kendi yüreğine öyle bir zincir vurdu ki nasıl açılır bilinmez. Özlem’i mahvetti Mehmet ama O’nu mahvederken kendisini de harap etti. “Sevgilin,” derken Özlem’e bir, kendisine bin bıçak sapladı.

Şu hikâyede en çok Kemal’in acı çekmesinden zevk alıyorum, Falko’dan bile daha dipte benim gözümde. Korkak, aciz, bencil… Herkesi kanatmış, herkesin hayatına öyle ya da böyle bir şekilde zarar vermiş bir adam Kemal. Leyla’ya ihanet etmiş, Faik’in gökyüzünü çalmış, Özlem’in hayatını almış. Her yaptığıyla daha da acizleşiyor, daha da küçülüyor. Yok hükmünde gözümde, öyle değersiz. Leyla’nın ayaklarına kapandıkça iyice itti beni, kendi hayatı mevzubahis oldukça ne kadar acizleşebileceğini ve küçülebileceğini bir kere daha gösterdi. Kemal gibilerine ölüm ödül olur, Özlem de bunu fark etmiş ki zamanında bambaşka bir yerden intikam almak istemiş. Hoş Kemal’e bu bile zarar vermemiş ya, neyse. Umuyorum ki hikâyenin sonuna geldiğimizde, Kemal’in yaptığı tüm hataların bedelini en üst sınırdan ödemesine şahit oluruz.

Kurduğu hayalde bile vahşet olan sayko Faik!
 
Faik’i neresinden tutsam elimde kalıyor. Ne sevmeyi biliyor, ne nefret etmeyi biliyor, ne üzülmeyi biliyor, ne acı çekmeyi biliyor. Severken bile korkutuyor. Kendi hislerinin bir adım ötesine geçemiyor ve zamanla bunu takıntı haline getiriyor. Özlem’i de ciddi bir takıntı haline getirmiş kafasında. Özlem yanında olsun, dizinin dibinde otursun istiyor ama mutlu olup olmadığını önemsemiyor. Mantığıyla değil, kafasına yerleştirdiği kalıp hislerle hareket ediyor. Özlem yanında otursun, gülsün, baksın. Bir ev eşyası gibi olsun istiyor. Fahri konusunda da aynı şey geçerliydi. Kardeşine “karı kılıklı” demesinler diye almıştı onu bu işe ve kendi elleriyle mezarını kazmıştı. Yine kendisini ve 'namını' düşündüğü için yapmıştı bunu. Değişeceğine, düzeleceğine asla inanmıyorum. Falko için tünelin sonunda hiçbir ışık göremiyorum.

Özlem’e her şeyle vurabilirsin Leyla ama “dostluk” üzerinden vuramazsın.
 
Leyla ve Özlem yüzleşmesini işin başında Özlem’in olduğunu öğrendiğimden beri büyük bir heyecanla bekliyordum. Ama bu çok ağır oldu. Özlem sustukça benim canım acıdı. Leyla, yaralı bir anne olarak tabii ki sonuna kadar haklı. Oğlunun günlerce çektiği acıların sebebi olan kadın canlı kanlı karşısında ve bu kadın günlerce omzunda ağladığı kadın. O şoku, o hayal kırıklığını hayal bile edemem. Ama Özlem’e 'dostluk' üzerinden vuramaz be… Leyla hiçbir zaman Özlem’in dostu olmamış ki, Özlem onun yareni olmuş sadece. Bir kere dönüp Özlem’i görememiş, Özlem’e bakmamış bile. Hakkında birkaç kelam edemediğin bir insana 'dostluk' üzerinden vurmak çok ama çok ironik. Leyla, Özlem’e “Hayatının sonuna kadar acı içinde kıvranman için dua edeceğim,” derken Özlem’in “Ben hayatım boyunca acı çektim, hala çekiyorum. Senin kocan yüzünden,” demesini isterdim. Haykırmasını isterdim, bağırmasını isterdim. Belki de bu yüzden o sustukça canım yandı.

Kayıp öyle bir hikâye ki dizinin bir kısmında “Olayı çözdüm” derken diğer kısmında seni ölesiye şaşırtabiliyor. Metin mevzusunda da aynı şeyi yaptı. Somut deliller, Karaçam falan denilince “Patronu bulduk,” dedik hepimiz ama hikâye “Finali bekleyin, o iş öyle kolay kolay bitmez,” diyerek durdurdu bizleri yine. Murat Şarman’ın Metin’le yüzleşirken “Bana yalvaracaksın!” nidaları da gözümüzden kaçmadı. Acaba?

Hikâyenin sonuna bir adım kala tek bir şey dileyeceğim: Umut… Hayatta kimsesi olmamış, her zaman herkes tarafından kenara itilmiş, sevdiği her şey elinden alınmış Özlem için bir umut. Belki oğlunun gülüşünü öğrenir, belki Mehmet’le yeni bir hayat kurar. Ama umut işte be… Hayatta Özlem’in avuçlarına bırakılmamış tek şey.
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR