Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Bir adam, iki isimle yaşayamaz
Sezon: 3 Bölüm: 1
“İnsanın en büyük düşmanı, kendisidir,” sözünü boş yere söylememişler demek ki. Bakın.
 
Arrow yeni sezonunun ilk bölümü ile karşımızdaydı. Aylardır gelen spoiler, haberler, oyuncuların anlattıkları, senaristlerin söyledikleri derken heyecandan kalbim ağzımda bir şekilde oturdum bölümün başına.  Peki bunca beklentiyi karşıladı mı? Bana kalırsa fazla fazla karşıladı. Gerçekten güzel bir açılış oldu, her açıdan. Yeni sezonun ilk yazısına başlamadan evvel hatırlatmak isterim; “Yahu ben önceki sezonları pek hatırlamıyorum,” diyenler için Sümüklü Papatya ve Ezgi Güneyli ile “Arrow yeni sezona hazır, peki ya biz?” isimli podcastimizde sizlere dilimiz döndüğünce hatırlatmıştık.
 
Muhteşem üçlü!
 
Bölüm yeni sezonda olacakların habercisi, bizi nasıl hareketli bir sezonun beklediğinin göstergesi niteliğinde bir çatışma sahnesi ile başladı. Roy (Namı diğer Arsenal –ki ben Red Arrow diyordum-), Oliver (Artık ufaktan Arrow olarak anılmaya başlamış) ve Diggle’ın ilk ortak “saha görevlerini” görmek gerçekten çok güzeldi. Team Arrow eksik parçasını da tamamlamıştı ve yolunda sağlam adımlarla ilerliyordu. Starling City halkı bile kısmen şehirlerinin “Arrow”unu benimsemişti. Öyle ki Lance’lerin babası, tüm halkın önünde Arrow’a teşekkür dahi etmişti. Peki, şehirdeki herkes bundan memnun muydu? Tabii ki değildi. Yeni Count Vertigo’muz bu mükemmellikten rahatsız olan baş kişiydi ve Arrow’u ortadan kaldırmak için harekete geçmişti bile. Eski Count Vertigo’nun ölümünden sonra böyle karizmatik bir villain olan yeni Count Vertigo ile tanışmak güzeldi. Benim için Slade’in boşluğunu bir nebze olsun dolduracak. Count Vertigo ile birlikte uyuşturucu da yenilenmişti elbette; bu uyuşturucu ile karşıdaki insan hayatta en çok korktuğun insanın yüzüne dönüşüyordu. Ve tabii ki bu Oliver’ın ruhsal çatışmasını tetikleyecek bir unsurdu. Zaten yeni Vertigo’nun tanımından sonra Oliver’ın üzerine yapacağı etkiyi hemen hepimiz tahmin etmişizdir. 
 
Oliver, en büyük korkusuyla yüzleşti: Kaybetmek.
 
“Biz maske değiliz. Ve hayatımızda maske takmayan insanlara ihtiyacımız var.”
 
Oliver bir geçiş aşamasında, hala. Çatıştığı kişi ise düşmanları değil, bizzat kendisi. Ki Vertigo damarlarında dolaşmaya başladığında “en çok korktuğu şey” olarak kendi yüzünü görmesi ve kendisiyle olan kavgası da bunun en büyük göstergesi. Oliver, aynı anda iki adam olmaya ve iki hayat yaşamaya çalışıyor. Bu elbette ki bir süper kahraman için bile imkânsız. Oliver da bir tercih yapmak zorundaydı ve Arrow’u seçti. Peki ne demekti Arrow’u seçmek? Duygularından tamamen arınmak ve ilk zamanlardaki kalpsiz Oliver olmak mı? Bu noktada anlayamadım ben Oliver’ı ama Felicity ile çıktıkları akşam yemeğinde olan patlama ve üzerine izleme cihazının yerleştirildiğini fark etmemesi, yani dikkatinin dağıldığını söylemesi ve bundan korkması bu şekilde düşünmeme sebep oldu. Eğer öyleyse; Felicity’e olan aşkını itiraf ettikten sonra, dostlar edindikten sonra, artık Arrow Oliver olarak da bir hayat kurduktan sonra tekrar kalpsiz Oliver olmanın manası nedir? Oliver’ın yaşadığı hiçbir şey kolay değil elbette ki. Ama “Ben çevremdeki herkese zarar veriyorum, o yüzden de onları kendimden uzak tutmalıyım,” kafasından bir an önce çıkması lazım. Bu düşünce –Felicity ve Diggle’da da gördüğümüz üzere- insanları kırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bunlar yetişkin insanlar, zamanında Oliver’ın yanında yer almaya karar vermişler ve bu kararlarının da arkasındalar. Oliver’ın sürekli olarak onlara nerede durmaları gerektiğini söylemesine ihtiyaçları yok. Oliver’ın yaşadığı hiçbir şey kolay değil tabii ki. Onca kayıp, onca travma ve kökten değişen hayatı derken devrelerinin birbirine karışması çok doğal. Ama değer verdiği insanlar zarar görmesin diye onların kalbini kırması, hem kendisinde hem onlarda daha derin yaralar açması da olmaz. Olmamalı. 
 
Yeni bir “Çince bilmiyorum,” mevsimi açıldı. Hayırlı ve de uğurlu olsun!
 
Hong Kong zamanlarının, ada zamanlarından çok daha zorlu ve çetrefilli geçeceği daha ilk bölümden anlaşıldı. Lian Yu sahnelerini iple çeken biri olarak, Hong Kong da beni en az Lian Yu kadar heyecanlandırdı. Zaten malzemesi çok bol, yeni karakterler ve yeni hikâyeler var. Toshi -ki Oliver’ın Hong Kong’daki eğitmeni olarak tanıtılmıştı bizlere- ve O’nun eşi Katana ile bu hafta tanıştık. Oliver, onların yanında ikamet etmek zorundaydı. Çünkü Amanda Waller tarafından tehdit edilmekteydiler. Oliver, onların yanından kaçmayacak ve Maseo, Oliver’ı Amanda Waller’ın yanında çalışması için eğitmeye başlayacak. Oliver ile aralarındaki ilişkinin bununla sınırlı kalmayacağını da biliyoruz. Tüm bunların yanına bir de “Acaba Oliver, adaya nasıl geri döndü?” sorusu da eklenince Hong Kong hikâyesi daha da cezbedici bir hal alıyor. 
 
Aşk üçgenlerini böyle güzel açılarla belli ediyorlar ya, bayılıyorum.
 
Yeni sezonun ilk bölümünde tanıştığımız bir diğer karakter de Ray Palmer. Kendisi The Atom olarak geçiyor. Benim gibi çizgi romandan bağımsız izleyiciler için The Atom’u birkaç cümle ile açıklamak istiyorum: The Atom vücudunu ve çevresindeki nesneleri değiştirebilen, bir hayli yetenekli bir kahramanımız. Ray Palmer ise bir fizikçi ve -ilk bölümden gösterildiği üzere- bir dahi. Aynı zamanda da Queen Şirketleri’nin yeni talibi. Felicity ile aralarında da duygusal bir bağ kurulacağı haberleri gelmişti. Gördüğünüz üzere bir erkek hem bir dahi hem de süper kahraman adayı ise Felicity’den muhakkak etkileniyor. Bir tek Oliver’ın devreler geç bağlandı birbirine ama buna da şükür, değil mi? Sonuç olarak; Ray, önce Queen Şirketleri’nin yönetimini eline aldı. Felicity’e yaklaştı. İki cephede Oliver’ın rakibi. Ama ben “düşman” kategorisine gireceğini sanmıyorum, Ray’da hiç düşman görüntüsü yok. Temiz yüzlü bir kere ya, düşman olmaz O’ndan. Ve ben Ray Palmer’ın diziye getirdiği o enerjiyi gerçekten sevdim. Hoş geldi, sefalar getirdi. 
 
Bu dokunuştan ve…
 
Bu bakıştan sonra Oliver’ın yüzündeki şapşal gülümseme kalp ben.
 
Oliver’ın, Felicity’e ilk yemek teklifi.
 
Ve ilk randevuları…
 
“Orada olduğum zaman boyunca kimseye tam olarak güvenemedim. Bir zaman sonra artık insanları, insan gibi görmüyorsun. Onları tehdit gibi görüyorsun. Ya da hedef. Evime dönmeye karar verdiğimde bu bakış açıma nasıl son vereceğimi bilmiyordum. Sonra senin ofisine girdim. Benim bir insan gibi görebildiğim ilk kişi sendin. Sende farklı bir şeyler vardı. Hani sana, yaptığımız iş yüzünden herhangi biriyle birlikte olabileceğimi düşünmediğimi söylemiştim. Hatırlıyor musun? Gerçekten değer verdiğim biriyle. Belki de yanılmışımdır.”
 
AL KIRDIN, KIRDIN!
 
Oliver’ın, Lyla’nın yerinde Felicity’i hayal etmediğini kim söyleyebilir? Bakışa bakar mısınız?
 
Başımıza ne geldiyse bu ışık detayı yüzünden geldi zaten.
 
“Ellerim bomboş, yüreğimde bir sızı!” diye kalırsın Oliver, o kızı kırmayacaktın.
 
Gelelim yeni sezonun ilk fragmanı yayınlandığı günden beri elimiz kalbimizde beklediğimiz Oliver ve Felicity çiftine. Tabii ki her şey mükemmel ilerlemeyecekti ama Oliver’ın, Felicity’i –her ne sebeple olursa olsun- bu kadar çabuk inciteceğini ve bir şekilde kendisinden uzaklaştırmayı başaracağını düşünmüyordum. Neyse biz filmi başa saralım ve önce güzelliklerden bahsedelim, olur mu? Zaten paragrafın hemen üzerinde sizlere “Fotoğraflarla Olicity” isimli bir çalışma da hazırladım. Oliver ve Felicity, gerçek bir çift gibi ilk randevularına çıktılar. Bu gerçekten muhteşem değil mi? Oliver’ın kendisini saklamaması, Felicity ile ilgili duygularını bir bir söylemesi ve bunları söylerken zerre tereddüt etmemesi çok şahane değil mi? O kadar uzun zamandır bekliyoruz ki bu anları güzelliklerinden gözümü alıp olumsuz tarafa bakmak hiç istemiyorum. Ve ayrıca biz değil miydik “Felicty hemen gitmesin Oliver’a ve Oliver biraz sürünsün,” diyen? Sürüm sürüm sürünecek işte. Araya Barry girecek, Ray girecek ve biz Oliver’ın kıskançlık dolu bakışlarını izleyeceğiz. Ama işin güzelliği şu ki; araya kim girerse girsin, onların her daim birbirlerine ait olduklarını bileceğiz. Başka bir ihtimal ne bizim aklımızdan, ne de onların aklından geçmeyecek. Ben bir süre daha Oliver’ın, Felicity’e ilan-ı aşkı ile yetinebilirim. Bir süre tabii ki… Bir sezon değil. 
 
Hoş geldin Arsenal!
 
Bölüm içerisinde Thea’nın adı geçti lakin kendisini göremedik. Roy ile konuşmadıklarını ama Oliver ile iletişim kurduğunu biliyoruz. İçimden bir ses Thea’nın dönüşünün çok ses getireceğini söylüyor. Umarım o da ergen tavırlarını ve tutarsızlığını bir kenara bırakmış olarak gelir. Bak, Roy nasıl da aştı kendisini. Roy demişken, O’nu Arsenal olarak görmek güzeldi. Roy’dan Arsenal’e evrilme aşamasını merak etsem de bu da kabulüm. En azından artık daha olgun bir duruşu var. 
 
Laurel varken neden Sara, ha? Neden?
 
Her şey çok güzel, herkes yerli yerinde derken ölüm ÇAT diye yüzümüze çaktı tokadı yine. Sara’nın bu bölümde görüneceğini dahi bilmezken, her zamanki karizmatik duruşuyla Oliver’ın imdadına yetişti. Yetişti yetişmesine lakin gidişi de gelişi gibi şok edici oldu. Sara’ya seslenen gizemli sesi tahmin etmeye çalışırken ve “Herhalde herkesin çok şaşırdığı şey o sesin sahibi,” diye düşünürken Sara’nın bedenine saplanan oklar ile neye uğradığımı şaşırdım. Önce bedenine oklar saplandı, yetmedi bir de çatıdan düşerek boynunu kırdı. Arrow’un  “en şok edici bölüm sonları listesi”nde ilk üçü zorlayacak türden bir andı. Sanırım Laurel’ın yerinde olsam o oklardan birini de oracıkta kendime saplardım. Ama tabii ki Laurel bu kolay yolu seçmeyecek ve Sara’nın intikamını almak için Black Canary olma hazırlıklarına başlayacak. Biz de Laurel ile birlikte “Sara’nın katili kim?” sorusunun cevabını arayacağız. 
 
Arrow, böyle bir sezon açılışı yaptı işte. Daha sezonun ilk bölümü ile de kalbimize oku saplayıverdi. Bir sonraki bölümde Sara’nın ani ölümünün yankılarını izleyeceğiz büyük ihtimalle. Merakla ve heyecanla bekliyoruz, bakalım!
 
Yeni logomuz da pek güzel değil mi? 
 
Son olarak; bölüm sonunda Oliver’dan yardım isteyen bir adet Barry gördük. İki dizi arasında yaşanacak geçişlerden ilki buydu. Belirtmeden yazıyı noktalamak olmaz. 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR