Okuması izlemesinden daha heyecanlı!
logo logo logo logo logo
Bu sitede yer alan yazılardan yazarların kendisi sorumludur.
Referans vermeden kullanmayınız.
ÖZETLİYORUM
Beş dakikada değişir işler
Sezon: 1 Bölüm: 17

Tesadüf?

Ulan İstanbul, kış sezonunun ilk bölümü niteliğinde bir bölüm ile karşımızdaydı. Kısa şortlar çıkmış ve yerini kalın pantolonlara, çoraplara bırakmıştı. Öyle ki Karlos’un kısa kollu tişörtü de bir sonraki yaz bölümlerine kadar rafa kalkmış, yerine kalın ve uzun kollusu gelmişti. Deri ceket mi? O hala duruyor, Karlos’un kimliği o. Peki ben bunlardan neden bahsediyorum? Çünkü herkesin bir hikâyeyi sınıflandırma biçimi vardır, yazın başlayan diziler için benimki tam olarak bu: Yaz sezonu hikâyelerin en birinci yardımcısıdır. O güneşin sıcaklığı hikâyeyi de ısıtır, bu nedenle yazın başlayan çoğu hikâye kışın kasvetinde kendisine yer bulamaz. Isıtamaz anlayacağınız ve yağan yağmur ile birlikte silinir gider. Ama Ulan İstanbul bu hafta bizlere gösterdi ki; hikâyenin sıcaklığı yaz güneşinin bir yansıması değilmiş. Yaz güneşinin ışığıyla verdiği enerjiyi, yağmur dolu bulutlar altında da verebiliyormuş. Yazın soğuk içeceğimizi yudumlarken verdiği keyfi, kışın sıcacık kahvemizi yudumlarken de verebiliyormuş. Bu mühim, en azından benim için öyle. Samimiyetin zaman, mekân, mevsime göre değişmemesi güzel. Çok şükür ki Ulan İstanbul için "Bir rüzgardı, geldi ve geçti," demiyoruz.
 
Buyur Ceyhun,
 
Birine mi bakmıştın?
 
Esra’nın hayret dolu bakışlarına for. Heh, ben de aynen o şekilde bakıyordum işte.
 
Geçtiğimiz hafta Esra ve Ceyhun, Nevizadeler’in tezgâh kurdukları mekâna baskın yapmıştı. Bu hafta da bölümü kaldığımız yerden devraldık ve Nevizadeler’in olaydan kurtulma hikâyelerini izledik. Mevzuyu iki dakikada kendi lehlerine çeviren Nevizadeler elbette ki bu karmaşadan sıyrıldı, üstüne bir de uyuşturucu satıcılarının yakalanmasını sağladılar. Bir miktar para da attılar kasaya. Daha ne olsun? Ceyhun (O bırakmaya meyilliydi gerçi ama) ve Esra ise elbette ki durumun peşini bırakmayacaklardı. Nevizadeler o an durumdan sıyrılmış olsalar dahi kurtulmaları gereken bir meseleleri daha vardı. Üstelik sürekli olarak Doğan’dan bahsedilmesi de acılarının taze kalmasına sebep oluyordu. Bu iş kökten çözülmeliydi ve çözüldü de. Bir mektup tezgâhı kuruldu, Doğan’dan gelmiş gibi gösterilen mektup Ceyhun’un ellerine bırakıldı. Zaten inanmaya dünden razı olan Ceyhun ise mevzuyu daha fazla sorgulamadan kapattı. Fakat Esra, olayın peşini bırakmamaya kararlıydı. Ben Ceyhun’suz çok ileri gidebileceğini düşünmüyorum gerçi… Konu Ceyhun için kapandıysa bir zaman sonra Esra için de kapanacaktır.
 
O bıyıklara karşı koyabilen = YOK. Sen de anlayacaksın Sevilay.
 
Çok eğleneceğiz!
 
(EĞLENEMEDİLER)
 
Ceyhun ile olan olayı hale yola koyan (ya da koyduklarını sanan) Nevizadeler, yeni tezgâhlarının peşine düştüler. Bu seferki hedefleri çekirdekten dolandırıcı olan Sevilay’dı ve tabii ki altın altılımızın kuralına mükemmel derecede uyuyordu. Sevilay’ın izi sürülmeye başlandı. Bahadır’ın Sevilay’ın asistanının mailini hacklemesiyle, Sevilay’ın hayat hikâyesi yazdırmak üzere noname bir yazar aradığını öğrendiler. Ve Sevilay ile ilgili ince detaylar öğrenmek üzere Bahadır ve Tuncer yola koyuldu, Sevilay ile röportaj yapıldı ve işlerine yarayabilecek tüm bilgiler öğrenildi. Bundan sonrası Kandemir’e ve bıyıklarının karizmasına düşüyordu. Sevilay’ın “Kadın Kokusu” filmine olan hayranlığı da kullanıldı ve tango figürleriyle Sevilay’ın aklı çelindi. Evine girildi, kamera yerleştirildi. Avukat ile olan görüşmeyi kayıt altına almak için tüm şartlar uygundu AMA bilin bakalım ne oldu? Evet, Ceyhun ve ailesi çıkageldiler. Mevzu sonuca bağlanamadı ve bölüm de tam olarak burada sonlandı. Bir sonraki hafta Nevizadeler kurtulacak tabii ki. Ama büyük ihtimalle Ceyhun ve Derya’nın yeniden sözlenmesi ile sonuçlanacak mevzu. Maşuka “Bizi siz çağırdınız,” der, Kandemir de “Aradaki buzları eritmek için,” der ve konu kapanır. Haydi, döndük yine başa! Uzun lafın kısası; beş dakikada değişir işler.
 
“Olay benim Derya’yı sevmemle alakalı değil, senin sevmenle alakalı.”
 
Ben bundan sonra Ceyhun daha sağlam ve daha kararlı bir karakter olur, artık kesin olarak Nevizadeler’in karşısında durur ve kararlı bir şekilde kafasındakileri hayata geçirir diye düşünmüştüm ama olmadı. Ceyhun yine şaşırtmadı. Çok güçsüz bir karakter Ceyhun, çok… Dizinin ilk bölümünden son bölümüne değişmeyen bir şey varsa o da bu. Eğer ki Ceyhun, saçma bahanelere kendisini inandırıp tekrar tin tin Derya’nın peşinden koşmaya başlamasaydı, benim gözümde çok başka bir yerde olacaktı. Bir de Esra mevzusu var tabii… Ben Ceyhun Esra’yı görecek ve tüm hatalarını telafi edecek diye beklerken, o Derya’yı affetmek için kendisini ikna çabasında (Hatta affetti bile de, kararsız taklidi yapıyor) hala. Ceyhun ile ilgili hep dönüp dolaşıp aynı yere geliyorum ama Esra’yı görmemesini ve anlamamasını aklım almıyor. Nevizadeler dahi olayın farkındayken Ceyhun nasıl burnunun ucunu göremez? Hiç mi sormaz kendisine “Esra, neden Derya’dan bu kadar nefret ediyor,” diye? Yani bu kız ilan-ı aşk etse, yine anlamayacak Ceyhun. Ya da anlamazdan gelecek. Ama ben en başından beri diyorum: Ceyhun’un kendi kararları yok, safi yönlendirmeyle hareket ediyor. Biraz kalkar gibi oluyor, bir başkası otur diyor ve hemen oturuveriyor. Bu saflıkla daha çok kandırılır, daha çok arkasından dalga geçilir. Böyle devam etsin, aynen.
 
-Çok huzurlu… 
–Ağva öyledir. 
–Ben omzundan bahsediyorum.
 
Şu an ben de huzurda nirvanaya ulaştım sanırım. Nasıl güzel bir tablodur bu.
 
O son Ceyhun mevzusunu açmayacaktın Derya.
 
“Gel göstereyim sana nasıl dans ediyorum.”
 
DERYA, BAKIŞLARINLA YEDİN ÇOCUĞU.
 
Yemek demişken. Hmmm…
 
Bölüme “Ooooo sandalcılık, alırız bir dal!” diyerek başlamayan var mı? Haydi, her zamanki gibi Ferdi ve Derya ile başlayalım. Geçtiğimiz hafta mükemmel bir Ferdi ve Derya bırakmıştık ardımızda, bu hafta da kısmen devraldık o güzeller güzeli çiftimizi. Neden “kısmen” dediğimi, FerDer tayfası anlamıştır. Sandalcılık dediğin öpüşmek için ideal mekândır, kavga etmek için değil Derya’cığım! O anın tadını çıkarsaydın da, daha sonra bunun tartışmasını yapsaydınız. Olmaz mıydı? Şart mıydı o kadar romantik ve huzurlu bir anda önce Kandemir, sonra üstüne sos niyetine Ceyhun meselesini açman? Üstüne bir de “Bizim Ceyhun’a sallamaktan başka yaptığımız bir şey yok,” cümlesini kurmak zorunda mıydın? Ben bile ekran karşısında neye uğradığımı şaşırdım ki Ferdi’ciğimi düşünemiyorum. Derya’nın, Ferdi’yi anlamaya çalışması lazım. Hatta anlaması lazım. Kandemir’in sözünün Ferdi için ne kadar değerli olduğunu bilmesi lazım. Ferdi’nin doğru zamana kendisinin karar vermesi gerektiğini anlaması lazım. Tamam, Derya’yı da anlıyorum. Her şeyi özgürce yaşamak istiyor, Ferdi’ye olan aşkını saklamak istemiyor, Karlos ve Yaren gibi yüksek sesle söylemek istiyor aşkını… Ama her şeyin zamanı var be Derya kuzum (Mevzuya atarlı başlayıp “kuzum”a dönmem, ne kadar yufka yürekli olduğumun göstergesi ya da mevzu Ferdi ve Derya olunca kıyamıyorum). Bu ufak pürüzü bir kenara bırakırsak, Ferdi’nin omzunda huzuru bulan Derya’yı ve Derya’yı elleriyle besleyen Ferdi’yi, önce “Yapamam” diyip sonra Derya’nın kollarında dans eden Ferdi’yi göreceğiz. Şu karmaşanın arasında bile, kavga ederken bile çok tatlısınız ama birbirinize sırtınızı dönmeyin! Canımsınız.
 
“Ben var ya, bugün seni unutmaya başlasam sadece şu elini unutmam elli sene sürer be!”
 
“Tam bu noktada, mesela ben şu an sana bakıyorum ya… Gözlerine falan… Benim bu sıfatı unutmam minimum yüz sene abi!”
 
-Sevmekten ölünüyor muydu ya? 
–Ölme kız, ölme. Yaşa bana.
 
-Bazen çok saçmalıyoruz ama çok seviyoruz birbirimizi. 
–Evet ama çünkü bizim bir tarzımız var.
 
Bir sahnede dans varsa, edilir! Tarzsınız, tarz!
 
“Sandalcılık” dedim de Karlos ve Yaren’i unuttum mu sandınız? Böyle bir şey mümkün mü? Hele o dünyalar tatlısı sahneden sonra! Her şeyden bir güzellik, bir iyilik çıkarıyorlar. O kadar şey yaşamış olmalarına rağmen, o yüzlerindeki gülümseme bir an bile solmuyor. Hayata, gülerek meydan okuyorlar. Onların tarzları tam olarak bu işte… Birbirlerine “imkânsızlıktan” bahsederken bile umut dağıtıyorlar aslında. Şimdi biz bu ikiliyi nasıl sevmeyelim? Sevmeyelim de taşa mı dönelim? Ekranların görüp görebileceği en orijinal çiftlerden Yaren ve Karlos. Aşklarından yalnızlıklarına, sevinçlerinden hüzünlerine kadar başkalar. Çok başkalar. Gidip milyon kere daha “Bazen çok saçma şeyler söylüyoruz ama seviyoruz birbirimizi,” diyen Karlos’a tatlı tatlı “Evet ama çünkü bizim bir tarzımız var,” diyen Yaren’i izleyeyim. Kısa lafın daha da kısası; SEVİYORUZ MERKEZ!
 
 
 
 
 
 
 
 
Servet Abi her zamanki gibi o küçük penceresinden dünyaya açılıyordu. Maşuka, Kandemir’in bıyıkları ile sonsuz bir aşk yaşamaya devam ediyordu. Şehriban, her zamanki gibi dünya tatlısı. Hayati, her zamanki gibi gıcık ama yine de seviyoruz. Ya biz komple bu ekibi seviyoruz, var olsunlar!
 

Bu haftayı bu güzelliklerle sonlandıralım istedim. 
 
İşte bu da böyle bir Ulan İstanbul bölümüydü. Çok güldük, çok eğlendik ve şimdiden bir sonraki bölüme gün saymaya başladık, haftaya görüşmek üzere!
 
 
 
 
 
 
YORUMLAR




BUNLAR DA VAR