Sakinim. Daha önce dediğim gibi The Walking Dead’e arkanızı dönmek çok tehlikeli. Zombileri gibi kapıveriyor ayağınızı, neyse biz işimize bakalım üstelik şarkımız da var, Gorillaz’dan gelsin: Kids With Guns
“İnsan olmak kolay değildir, hele ki insanca yaşanabilecek bir toplum düzeni yoksa,”der John Steinbeck Fareler ve İnsanlar’da. The Walking Dead derdinin ne olduğunu hatırlayınca güzel, daha da önemlisi ismini hatırlayınca.
The Walking Dead yani yürüyen ölüler dizinin minör rolünde olan zombiler için değil tam tersi insanlığını kaybettikleri için yürüyen birer ölüye dönüşen karakterlerimizi anlatıyor bize aslında. “Bizi insan yapan nedir?” sorusunun peşinden, doğuşundan beri koşuyor insanoğlu. Belki de sorunun yanıtı diyalektik bakabilmekte; bizi insanlıktan çıkaran nedir? Kardeşini öldürmek? Kardeşini öldüren birini öldürmek? Bir katili affetmek? Hemen katil damgası yapıştırabilmek?
Carol’ı annelik yaparken görüyoruz bölümün başında, ölen kızının yerini doldurmak ilk derdi, halbuki Lizzie’yle daha yakından ilgilenebilse Lizzie’nin çok ciddi bir hastalığının olduğunun da farkına varacak. Burada suçlu ne Carol ne Lizzie ne de kızlara mesafeli bir tavır takınan Tyreese aslında. Şartların zorluğu ve insan olmanın varoluşsal sıkıntısı. Üç çocuğun yanında iki yetişkinin zombilerle dolu bir ortamda olmasının doğal yansımaları şimdilik.
Varoluşsal sorunlar demişken kafalar iyice karışık, zombilerin öldürülmemesinin, onlarla konuşulmasının gerektiğini düşünen hatta onları duyabildiğini, anlayabildiğini iddia eden Lizzie’nin tıbbi bakıma, gerçeklik algısı şaşmış bir dünyada ufacık bir çocuğun mental anlamda stabil olmadığını görecek de bir yetişkine ihtiyaç var ortamda. Bu durumdaki bir çocuğu kendisinden küçük iki çocukla baş başa bırakacak kadar kendi dertlerine boğulmuş, “Biz burada yaşarız aslında, ehe,” muhabbeti yapan Carol ve Tyreese’e değil.
Evet, oyun arkadaşı değil zombiler, evet kimseyle konuşmak istedikleri falan da yok; ama Lizzie gitgide çökerken gözlerinin önünde oyun arkadaşının kafasını parçalamak hiç kimseye yardımcı olmuyor. Kaybettiği kızının sinirini çıkaran, anlık içgüdülerinin peşine takılan Carol hariç. Çocukların sıcaklığa ve oynamaya ihtiyaçları var, bebek mezarı gördüklerinde çökmeye, çiçekleri saymaya; onları koklamadan ölmemeye ihtiyaçları var.
KARANLIĞIN ARDINDA, OLMAYAN YARINLAR
Sezon başındaki bölümlerde zombilere fareleri yedirenin Lizzie olduğunu öğrendiğimizde şablon kafamızda yavaş yavaş belirmeye başlıyor ama bu sahnenin şok ediciliğini azaltmaktan çok uzak. Değme korku filmlerine taş çıkartacak sekansta Lizzie’nin çok abartmadan aşırı gülmesi, elindeki iç karartıcı duvar rengindeki kırmızılık, bıçağın parlaklığındaki can sıkıcı matlık, üç metre ötesinde habersiz Judith, yerde kardeşinin cansız bedeni. Cansız değil belki de, bu dünyada yaşamak zorunda kalan herkesten daha canlı, daha insan.
Bir Reha Erdem filminden fırlamış görünen geyikli sahneler de yaşamı sorgulatmak için oradalar. Zombiler ölmeyi hak ediyor ama geyikler hak etmiyor, belki de ikisi de ediyor; ya da insan ırkı nasıl yaşamak istiyorsa öyle öldürüyor, şurası gerçek; çocuklar ölmeyi hiç hak etmiyor.
Carl’dan kurtulan geyik sonsuza dek yaşar.
Carol tek gerçek doğrunun kendisininki olduğuna inandığından; kendi başına suçlamaktan, yargılamaktan ve infaz etmekten çekinmiyor. Öldürdüğü aklı yerinde olmayan ufacık bir kız olsa bile Çoğunluğun İyiliği için yaptığından toplumun gözünde de meşru olabiliyor. Meşruiyet ise bir namlunun ucu sadece. Tyreese affediyor Carol’ı ama Carol’ın kendi şeytanlarıyla ne kadar yaşayabileceği muamma. Hem bu ikisini kim etik değerlerimizin biricik merkezi ve üstüne üstlük uygulayıcısı yaptı ki?
Notlar:
*Yanan zombiler ve devasa duman sütunu Beth ve Daryl’ın yaktıkları kulübeden geliyor gibi geldi bana, karakterlerimiz benim düşündüğüm kadar uzak değiller belki de.
*Terminus’a bu sezon ulaşamayacağımız hissine kapıldım bu bölüm. Zaten muhtemelen felakete doğru sürükleniyorlar.
*Tom Sawyer ve Huckleberry Finn muhabbeti yine çok tatlıydı. Sanat ölmediği sürece insanlık da burada!
*Carol’ı canlandıran Melissa McBride, genelde kekremsi bir tat bırakan TWD oyuncularının içinde yıldız gibi parlıyor bu sezon. Hele bu bölüm 50 ayrı duyguyu hiç abartmadan, sakin sakin ama tüm yaşadıklarını izleyiciye geçirerek oynayabilmesi takdire şayan.
*Carol ve Tyreese’in yüzleştikleri son sahnede masada duran yapboz bi’ Google ister. Araştırın, çok iyi detay.
Carol tek gerçek doğrunun kendisininki olduğuna inandığından; kendi başına suçlamaktan, yargılamaktan ve infaz etmekten çekinmiyor. Öldürdüğü aklı yerinde olmayan ufacık bir kız olsa bile Çoğunluğun İyiliği için yaptığından toplumun gözünde de meşru olabiliyor. Meşruiyet ise bir namlunun ucu sadece. Tyreese affediyor Carol’ı ama Carol’ın kendi şeytanlarıyla ne kadar yaşayabileceği muamma. Hem bu ikisini kim etik değerlerimizin biricik merkezi ve üstüne üstlük uygulayıcısı yaptı ki?
Notlar:
*Yanan zombiler ve devasa duman sütunu Beth ve Daryl’ın yaktıkları kulübeden geliyor gibi geldi bana, karakterlerimiz benim düşündüğüm kadar uzak değiller belki de.
*Terminus’a bu sezon ulaşamayacağımız hissine kapıldım bu bölüm. Zaten muhtemelen felakete doğru sürükleniyorlar.
*Tom Sawyer ve Huckleberry Finn muhabbeti yine çok tatlıydı. Sanat ölmediği sürece insanlık da burada!
*Carol’ı canlandıran Melissa McBride, genelde kekremsi bir tat bırakan TWD oyuncularının içinde yıldız gibi parlıyor bu sezon. Hele bu bölüm 50 ayrı duyguyu hiç abartmadan, sakin sakin ama tüm yaşadıklarını izleyiciye geçirerek oynayabilmesi takdire şayan.
*Carol ve Tyreese’in yüzleştikleri son sahnede masada duran yapboz bi’ Google ister. Araştırın, çok iyi detay.